ERDİNÇ BABACAN

 

     1940 yılında Gümüşhane'nin Torul ilçesinde doğdu. İlk ve orta eğitimini bu ilçede tamamladı. 

             1958 yılında İstanbul Beyoğlu Ticaret Lisesi'ni,

           1962 yılında İstanbul İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi Endüstriyel İşletmecilik Bölümü'nü bitirdi.

 

        Uzun yıllar ticaret ve sanayi ile uğraştı.

 

      "Nasreddin Hoca'yı Nasıl Bilirdiniz?" isimli 197 fıkra içeren kitabını Nisan 2006 da yayınladı.

            Bu kitabını şubat 2007 den itibaren www.nasreddinhocafikralari.com     adlı sitesinde okuyuculara bedelsiz olarak sunmaktadır.

            Bastıracağı kitaplarını da bu sitede okuyucuya sunmak arzusundadır.

 

 

 

 

Mevlid-i Şerif'in Açıklaması

             Şiirle Anlatımlar ve

              Düşünce boyutundan...

 

Müellif:

Süleyman Çelebi +

Erdinç Babacan

 

Dizgi – Tashih

Erdinç Babacan

 

Baskı – Cilt

Avcı Ofset Matbaacılık

 

Ocak, 2008

 

Eserin tüm hakları Erdinç Babacan’a aittir,

Kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir.

 

ISBN 978-975-00723-1-4

 

Yayımcı:

ERDİNÇ  BABACAN

 Telefon:(0216) 378 07 37 Faks:(0216) 378 13 11

Orhanlıyolu C. No.28 Kurtköy / Pendik / İstanbul

 

 

 

        

        Mevlid-i şerif'in açıklaması

 

                           ÖNSÖZ       

 

             Bismillâhirrahmanirrahiym

      Süleyman Çelebi <Vesîlet-ün Necât>  adı ile ilk defa mevlid-i şerif'i yazmıştır.

     Bursa'da Ulucami'de imam iken bir vaizin “Peygamberler arasında fark gütmeyiz” mealindeki ayet-i kerimeden, “Bütün peygamberler aynı büyüklüktedir” anlamını çıkarması ve söylemesi üzerine, sözlerinin “peygamberliklerine inanmak” açısından doğru, ancak dereceleri açısından yanlış olduğunu, “Ulü-l azm peygamberler ile diğerlerini bir tutmamak” gerektiğini ve "Efendimizin maka-mının hepsinden üstün olduğunu" açıklamak üzere Vesîlet-ün Necat adlı kitabını yazmıştır.

    Süleyman Çelebi hicri 780 yılında Bursa'da vefat etmiştir.

 

           Süleyman Çelebi, Âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamberimizi anlatan bu eseri ile, mü'minlere bilgi ve ışık sunarak, ilâhi nizamı anlamamızı kolaylaştırmaktadır.  Osmanlı Türkçesi ile yazılmış olan bu kitabı, bütün müslümanlar zaman zaman, kur'an tilâveti ile beraber okutarak bilgilerini tazelemekte ve çoşmaktadırlar.

      Zaman içinde, kullandığımız Türkçemizin çok hızlı değişmesi sebebiyle, eski metinleri ne yazık ki tam olarak anlayamıyoruz.

      Hatta bazen anladığımızı zannettiğimiz kısımlarını dahi, sözcüklerin o günkü anlamları ile, bu günkü Türkçemizdeki anlamlarının biraz farklı olması dolayısı ile tam olarak anlayamıyoruz.

     Sık sık, bir bölümünü dinlemekte olduğumuz Mevlid-i Şerifin açıklamasının yararlı olacağını düşünerek, bu eseri hazırladık. 

           Erdinç Babacan    Şubat 2007

                            

 

                    MÜNÂCAT

         ALLÂH – ADIN  BÖLÜMÜ

          Kelime-i tevhidi söyleyelim.

Lâ ilâhe illallah diyerek Rabbimizin bir olduğunu, mülkün ve tüm vücudun onun olduğunu, ortağı olmadığını söyleyelim.

     (Mefhar-i Mevcûdat, Hazret-i Fahr-i Âlem Muhammed Mustafa râ Salâvât.)

Kâinatın kendisi ile iftihar ettiği, bütün âlemlerin kendisi ile şeref bulduğu Hazret-i Muhammed Mustafa'ya  salâvât getirelim.

Allâh adın zikr edelim evvelâ,

Vâcip oldur cümle işde her kula

Evvelâ Allâh'ın adını analım, söyleyelim. Herhangi bir işe başlamadan evvel her kulun Allâh'ın adını anması vâciptir. Biz de bu zikrimizi yapalım ve bismillâhirrahmanirrahiym diyerek bu vazifemizi yerine getirelim. 

Allâh adın her kim ol evvel ana

Her işi âsân ide Allâh ana

Bir şeye, bir işe başlamadan evvel kim Allâh'ın adını anarsa, yâni besmele ile işine başlarsa, Allâh o kişinin her işini kendisine  kolaylaştırır.

Allâh adı olsa her işin önü

Hergiz ebter olmaya ânın sonu

Allâh adıyla başlanan bir iş asla kuru ve verimsiz olmaz.

Her nefeste Allâh adın de müdâm

Allâh adıyle olur her iş tamam

Kendini , her fırsatta Allâh'ın adını daima anabilmeğe alıştır. Çünkü Allâh'ın adıyla ancak her iş tamam olabilir. “Besmelesiz başlanılan bir iş görünüşte tamam olsa bile, ecir ve sevabı açısından meydana gelen bir eksikliğinin olduğunu unutmamalıyız. Kalp atışlarımızı kulağımızla dinlersek, biz istemesek de kalbimizin Allâh – Allâh dediğini duymaktayız.” 

Bir kez Allâh dise aşk ile lisan

Dökülür cümle günah misl-i Hazan 

İnsan bir defa aşk ile "Allâh" dese bütün günahları sonbahar yapraklarının ağaçlardan döküldüğü gibi dökülür. 

İsm-i pâkin pâk olur zikr eyleyen

Her murâda erişür Allâh diyen

Allâh'ın temiz, pak ismini anan, zikr eyleyen kendisi de pak olur. Saflaşır, temizlenir. Allâh  O kişiyi isteklerine eriştirir.

Aşk ile gel imdi Allâh diyelim

Derd ile göz yaş ile âh idelim

İçtenlikle ve coşku ile gelin şimdi Allâh diyelim.  Gafil zamanlarımız için, üzülerek, ağlayarak üzüntümüzü ve pişmanlığımızı belirtelim. 

Ola kim rahmet kıla ol pâdişah

Ol kerîm-ü ol rahîm-ü ol ilâh

Belki bu yakarmamız karşılığında, O çok acıyan, bağışlıyan, ikramlar eden ilâhımız, mülkünün tek padişahı yaradanımız

bize rahmeti ile tecelli eder.

Birdir Ol, birliğine şek yokdurur

Gerçi yanlış söyleyenler çokdurur

Allâh birdir.  O'nun birliği konusunda hiç bir şüphe yoktur. Buna rağmen yanlış söyleyen birçok kişilerin olduğunu da görmekteyiz.

Cümle âlem yoğ iken ol var idi

Yaradılmıştan ganî cebbâr idi

Yıldızlar, güneşler, dünyalar hiçbiri yok iken Allâh vardı. Allâh cc Hiçbirşeye benzemez. Hiçbir şeye ihtiyacı yoktur. İstediğini yapar. O her şeye gücü yetendir.

Var iken ol, yok idi ins-ü melek

Arş-ü ferş-ü ay-ü gün hem nüh felek

Allâh cc nin ezelî ve ebedî varlığı vardır. O var iken, ne zâhir, ne bâtın, ne evvel, ne âhir, ne insanlar, ne melekler, ne yeryüzü, ne günler, ne aylar, nede dokuz felekler vardı.

Sun' ile bunları ol var eyledi

Birliğine cümle ikrar eyledi

Bunları allâh cc yaratarak var etti. Yarattıklarına "Ben sizin Rabbiniz değilmiyim?" diye sorunca, yarattıklarının hepsi "evet sen bizim Rabbimizsin, birsin, eşin benzerin yoktur." dediler.

Kudretin izhar idüp hem ol Celîl

Birliğine bunları kıldı delil

Sonsuz büyüklükteki güç ve kurdetini âlemleri yaratarak gösteren O Celil Allah, bütün bunları birliğinin  delili olarak bizlere de göstermektedir.

"Ol"  dedi bir kerre,  var oldu cihan

"Olma" derse, mahv olur ol dem heman

Allâh cc yaratmayı istediğinde sadece "Ol" diye emretti. Ve bu emirle tüm kâinat yaratıldı.  Meydana geliverdi.  Eğer kâinatı yok etmek isterse O' nun bir tek "olma" emri ile anında bütün varlık âlemi yok olur.  Yıldızlar, galaksiler, güneşler, dünyalar ve bütün mevcudat, hepsi bir

iğnenin ucu kadar küçülüp yok olur. Ne külü nede bir başka izi kalır. Açığa çıkacak olan şey, ilk yarattığı nur ve müthiş bir enerjidir.

Bâri ne hâcet kılavuz sözü çok

Birdir Allâh andan artık Tanrı yok

Konuyu anlatabilmek için çok uzun sözlere artık pek ihtiyaçta yok. Allâh birdir, O'ndan başka Tanrı yoktur.

Haşre dek ger denilirse bu kelâm

Nice haşr ola, bu olmaya temam

Kıyamete kadar bu konu anlatılsa ve zikre devam edilse, kıyamet olsa bitse yinede bu konunun anlatılması bitmez. 

Pes Muhammed'dir bu varlığa sebep

Sıdk ile anın rızasın kıl talep

Allah cc ilk olarak,  Resulü ve habîbi Muhammed'in nurunu yarattığını ve O nurdan da güç ve kudreti ile âlemleri yarattığını bildiriyor. (Atomların yapılarını ve kuantum fiziğini incelersek bunu açıkça görüyoruz.) Allah cc "ya habibim, seni yaratmasaydım, âlemleri

yaratmazdım" demektedir. Varlık âleminin yaratılmasına sebep olan sevgili peygamberimizin, sadakatla ve aşkla rızasını isteyelim.

Ey azizler, işte başlarız söze

Bir vasiyyet kılarız illâ size

Ey değerli kardeşlerimiz, size ömrünüz boyunca tutmanızı istediğimiz değerli bir öğüdü sunuyoruz.

Ol vasiyyet ki  derim her kim tuta

Misk gibi kokusu canlarda tüte

Bu vasiyetimizi tutanların, canlarından, vücutlarından Resulü Ekremin misk gibi kokusu duyula.

Hak-Teâlâ rahmet eyleye ana

Kim beni bir düa ile ana

 Allah cc, bu vasiyeti tutanlara rahmeti ile muamele ede. Onların da, beni bir dua ile anacaklarını umuyorum.

Her ki diler bu düada bulunan

Fâtiha ihsan ede ben kuluna

Bazı arkadaşlar diyorlar ki; bu duada bulunanlar, elbette senin (Yâni Süleyman Çelebi hz nin) ruhuna fâtihalar göndereceklerdir.   

 

 

     NUR'UN  İNTİKALİ  BÖLÜMÜ

 

Hak Teâlâ çün yarattı Âdemi

Kıldı Âdem'le müzeyyen âlemi

Hak teâlâ yarattığı âlemleri, Âdem AS ve soyu ile, yâni insanoğlu ile ziynetlendirdi. Süsledi, değerli etti.

Âdem'e kıldı feriştehler sücud

Hem ana çok kıldı ol ıssı-cud

Âdem'e Allâh'ın emriyle melekler secde ettiler. Âdem'e Allâh cc pek büyük, pek cömert olarak birçok lütuflarda bulundu, ikramlarda bulundu.

Mustafa nurunu alnına kodu

"Bil habibim nurudur bu nur" dedi

Âdem AS mın alnına bir pırıltı, bir nûr yâni ışık yerleştirdi ve  bu pırıltı son olarak göndereceğim, habîbim'in, severek yarattığım, Muhammed Mustafa'nın pırıltısıdır dedi.

Kıldı ol nur anın alnında karar

Kaldı anın ile nice rûzigâr

O nûr, Âdem AS'mın alnında nice günler devamlı olarak kaldı.

Sonra Havva alnına nakletdi bil

Durdu anda dahi nice ay-ü yıl

Sonra bu nûr Âdem AS dan çıkarak Havva annemizin alnında parıldamağa başladı. Ve Havvâ annemizin alnında nice yıllar ve aylar parıldadı.

Şît doğdu, ana nakletdi buğur

A'nın alnında tecelli kıldı nur

Şît AS doğduğunda bu nûr, Havvâ annemizin alnından çıkıp, Şît AS mın alnında parıldamağa başladı.

Erdi İbrahim-ü İsmail'e hem

Söz uzanur ger kalanın der isem

Bu nübüvvet nuru böylece alından alına naklolarak İbrahim AS'ma ve İsmâil AS'ma ulaştı. Hepsini sayarsak sözümüz çok uzayacak.

İş bu resm ile müselsel muttasıl

Tâ olunca Mustafa'ya müntekil

Bu şekilde, silsileden silsileye fasılasız olarak intikal ede ede, peygamberimiz Muhammed Mustafa'ya ulaştı, intikal etti. Bu nurun son durağı, ezelde sahibi olan

kişide kaldı ve başkasına intikal etmedi.

Geldi çün ol rahmeten lil'âlemîn

Vardı nur anda karar etti hemin

Çünkü; âlemlere rahmet olarak yaradılan ve gönderilen, nûr'un esas sahibi gelmişti. Nûr da hemen O'nda karar kıldı.

Kim umarsa nar-i duzahdan necat

Mürsel-i mümtaz için versin salat

Kim cehennem ateşinden kurtulmak istiyorsa, İnsanlara örnek olarak seçilip yaradılıp gönderilmiş olan o üstün şahsiyet için salât etsin. 

     (Salâtü selâmlarımız, bizi, habîb-i Kibriyâ'nın tanıdığı, bildiği yâni yakını eder.  Onun için çokca salâvat getirmemizi Allâh dostları bizlere öğütlemektedir. Peygamberimizin sevgisini kazanabilmenin ne büyük değeri olduğunu anlamamız, idrak etmemiz çok önemlidir.)

 

 

                VİLÂDET BÖLÜMÜ

 

      (PEYGAMBERİMİZİN DOĞUMU)

(Şefîul'usâti fî yevmil'arasât, Hazret-i Ahmed-ü Mahmûd-ü Muhammed Mustafâ râ salâvât)

       Âmine hatun Muhammed anesi

Ol sadefden doğdu ol dür danesi

       Saf, pâk ve sedef gibi temiz bir kadın olan, Âmine hatundan, inci tanesi gibi çok değerli bir bebek  "Muhammed"   doğdu.

Çünki Abdullahdan oldu hamile

Vakt erişti hefte vü eyyam ile

Âmine hatun Abdullâh'dan hamile kaldıktan sonra, haftalar ve günler tamamlanarak doğum vakti geldi.

Hem Muhammed gelmesi oldu yakin

Çok alâmetler belürdi gelmedin

Doğum yaklaştıkça birçok belirtiler, alâmetler görülmeğe başladı.

Ol Rebîûl evvel ayı nicesi

On ikinci gice isneyn gicesi

Rebîûl evvel ayının ortalarına doğru, onikinci pazartesi gecesiydi.

Ol gice kim doğdı ol hayrül beşer

Anesi anda neler gördü neler

İnsanların en hayırlısı o gece doğarken,

 Annesi  neler, ne fevkalâde şeyler gördü.

Dedi gördüm ol habîbin anesi

Bir acep nur kim, güneş pervanesi

O sevgili bebeğin annesi, "bir ışık gördüm ki güneş onun etrafında dönüyordu" dedi.

Berk urup çıkdı evimden nâgehan

Göklere dek nur ile doldu cihan

O ışık, şimşek gibi çakarak evimden yükselip dışarıya çıktı. Göklere kadar her yer ışıkla, nûr ile doldu.

Gökler açıldı ve feth oldu zulem

Üç melek gördüm elinde üç alem

Gökler açıldı ve karanlıklar yok oldu. Elinde bayrakları olan üç melek gördüm.

Biri meşrik, biri mağribde anın

Biri damında dikildi Kâ'benin

Meleklerden biri doğuda, diğeri batıda, diğeri de Kâ'benin damında dikiliyordu.

Bildim anlardan kim ol halkın yeği

Kim yakin oldu cihana gelmeği

Meleklerin hallerinden, gelişlerinden anladım ki, o halkın en üstününün dünyaya gelmesi yakınlaştı.

İndiler gökden melekler sâf sâf

Kâ'be gibi kıldılar evim tavaf

Gökten bölük bölük, sıra sıra melekler indiler. Kâ'be'yi tavaf eder gibi evimi tavaf ettiler.  Etrafında döndüler.

Kâ'be savt etdi o demde nâgehan

Dedi doğdu bu gice şems-i cihan

Kâ'be ansızın dile gelerek, bu gece cihanın güneşi doğdu diye seslendi.

Geldi hûriler bölük bölük buğur

Yüzleri nurundan evim doldu nur

Bundan sonra hûrîler kısım kısım geldiler. Hûrîler'in yüzlerinin nûrundan evim, odam aydınlandı.

Hem hava üzre döşendi bir döşek

Adı sündüs, döşeyen anı melek

Melek sündüs adlı bir döşeği havaya serdi. Döşedi.

Çün göründü bana bu işler ayan

Hayret içre kalmış idim ben heman

Apaçık bir şekilde gördüğüm bu işler karşısında hayretler içinde kalmıştım.

Yarılıp divar çıkdı nâgehan

Geldi üç hûri bana oldu ayan

Odamın duvarının ansızın yarıldığını ve içeriye üç hûrinin geldiğini gördüm.

Bazılar derler ki ol üç dilberin

Asiye’ydi biri ol meh peykerin

Bazıları derler ki o üç dilberden biri, ay gibi parlak yüzlü Âsiye’ydi. (Firavunun karısı Hz. Âsiye)

Biri Meryem hatun idi aşikar

Birisi hem hûrilerden bir nigar

Birisinin Meryem hâtûn olduğu apaçık belliydi.  Diğeri de hûrilerden, güzel bir hûri idi.

Geldiler lutf ile ol üç mehcebin

Verdiler bana selâm ol dem hemin

O ay yüzlü üç misafirim lütfedip geldiler ve bana hemen selâm verdiler.

Çevre yanıma gelip oturdular

Mustafa'yı birbirine muştular

Etrafıma gelip oturdular ve Mustafa'yı birbirlerine müjdelediler.

Dediler oğlun gibi hiç bir oğul

Yaradılalı cihan gelmiş değil

Dediler ki, cihan yaratılalı beri bu çocuk gibi hiçbir çocuk dünyaya gelmiş değildir.

Bu senin oğlun gibi kadr-i cemil

Bir anaya vememiştir ol Celil

Bu senin oğlun gibi güzel, değerli ve itibarlı bir çocuğu. O büyük, Ulu Allah'ım hiçbir anneye vermemiştir.

Ulu devlet buldun ey dildar sen

Doğiserdir senden ol hûlk-ı hasen

Ey sevgili hanım, sen çok büyük, ulu bir devlet buldun. Senden "dünyaya iyi ahlâk ve güzellikleri getirecek"  evlât doğmaktadır.

Bu gelen <<İlm-î ledün>> sultanıdır

Bu gelen tevhîd-ü irfan kânıdır

Bu doğan çocuk, Allah'ın izni ile gizli olan şeyleri açarak gösteren, Allah'ın  sırlarını öğretebilenlerin sultanıdır. Bu çocuk ilim sahiplerini tevhid akidesine götürenlerin esas kaynağıdır. İrfan cevheri ile tevhidi öğretecektir.

Bu gelen aşkına devreyler felek

Yüzüne müştakdürür ins-ü melek

Dünyalar, güneşler, yıldızlar ve galaksiler bu gelen aşkına dönmektedirler. İnsanlar ve melekler onun yüzünü görmek

arzusundadırlar.

Bu gice ol gicedir kim ol şerif

Nur ile âlemleri eyler lâtif

Bu gece o kadar şerefli bir gecedir ki, onun nuruyla âlemler daha nâzik olurlar.

Bu gice dünyayı ol cennet kılar

Bu gice eşyaya Hak rahmet kılar

Bu gece Allah cc her şeye rahmet nazarıyla bakar, dünyayı cennet gibi yapar.

Bu gice şâdân olur erbab-ı dil

Bu giceye can verir eshab-ı dil

Bu gece gönül erbapları sevinirler. Bu geceyi gönül sahipleri ihya ederler. Boş geçirmezler.

Rahmeten lil'âlemîndir Mustafa

Hem şefial müznibindir Mustafa

Mustafa âlemlere rahmet olarak gönderilmiştir.  Hem de günahkâr müslümanların da şefaatçisidir.

Vasfını bu resme tertib etdiler

Ol mübârek nuru tergib etdiler

Doğan çocuğun özelliklerini bu şekilde sıralayarak anlattılar. O mübarek nûru böylece rağbetlendirdiler, değerlendirdiler.

Âmine der çü vakt oldu temam

Kim vücude gele ol hayrül enam

Âmine insanların en hayırlısı'nın doğum vaktinin geldiğini anladığını söylüyor ve,

Susadım gayet hararetden kati

Sundular bir cam dolusu şerbeti

Doğum sırasında, ateşinin yükselmesinden dolayı çok susadığını, ve kendisine bir bardak dolusu şerbet sunulduğunu söylüyor.

Şerbeti karşımda tutdu hûriler

Bunu sana verdi Allâh dediler

Şerbeti önüme getiren cennet kızları, "bunu sana Allah verdi" dediler.

Kardan ak idi ve hem soğuk idi

Lezzeti dahi şekerde yok idi

Bu şerbet kardan beyaz, soğuk ve çok lezzetli idi. Şekerden de lezzetliydi. (Biliyorsunuz Mekke şehri her zaman çok sıcak bir iklime sahiptir. Buz dolabının icadından evvel bir bardak soğuk içeceğin değerini düşünebiliyor muyuz?)

İçdim anı oldu cismim nura gark

İdemezdim kendimi nurdan fark

Şerbeti içince vücudum ışık gibi oldu. Öyle ki kendimi ışıktan ayırd edemiyordum.

Geldi bir akkuş kanad ile revan

Arkamı sığadı kuvvetle heman

Bir beyaz kuş kanatlarını yavaş yavaş çırparak uçup yanıma geldi. Hemen, gelirgelmez sırtımı kuvvetle sığadı.

Doğdu ol saatde ol sultan-ı din

Nura gark oldu semavat-ü zemin

O anda doğum gerçekleşti. Dînin sultanı doğdu.  Yer ve gökler nûrla, ışıkla doldu, aydınlandı.

 

    Sallû Aleyhi ve Sellimû teslîmâ

        Hattâ tenâlû cenneten ve naîmâ

 

     (Burada selât-ü selâm ve ara duası yapılıyor.)

 

 

             MERHABA BÖLÜMÜ

         (Hoş geldiniz bölümü, kısmı)

 

Yaradılmış cümle oldu şadüman

Gam gidub âlem yeniden buldu can

Bütün yaradılanlar (ki dünyalar, ağaçlar, dağlar, sular, hayvanlar, yıldızlar ve insanlar, cinler vs.) hepsi neşelendiler. Sevindiler. Üzüntülerinden kurtuldular ve âlemler yeniden canlandılar.

Cümle zerrat-ı cihan idüb nida

Çağrışuben dediler kim merhaba

Kâinatın, Cihan'ın bütün zerreleri dile gelerek hoşgeldin diye seslendiler.

Merhaba ey al-i sultan merhaba

Merhaba ey kân-ı irfan merhaba

Hoşgeldin ey büyük sultan hoşgeldin, Hoşgeldin ey ilim ve irfanın kaynağı hoşgeldin.

     Merhaba ey sırr-ı fürkan merhaba

Merhaba ey derde derman merhaba

Hoşgeldin, ey gizli ilimleri bilen, hakkı batıldan ayırabilen hoşgeldin.

Hoşgeldin, ey dertlerin ilâcı, hoşgeldin.

Merhaba ey bülbül-i bağ-ı Cemal

Merhaba ey âşina-yi Zü'l-Celâl

Hoşgeldin, ey güzel bahçelerin bülbülü. Hoşgeldin, ey Azamet, izzet ve heybet sahibi Cenâb-ı Hak'ı bilen, tanıyan kişi.

Merhaba ey mah-ü hurşid-i Hüda

Merhaba ey Hakk'dan olmayan cüda

Hidayet ve doğruluk yolunun ay'ı, güneşi hoşgeldin.

Ey daima Hakk'a bağlı olan, Hakk'dan asla ayrılmayan, hoşgeldin.

Merhaba ey asi ümmet melcei

Merhaba ey çaresizler eşfei

Hoşgeldin ey âsi ümmetin sığınağı. Hoşgeldin ey çaresizlere şefaat eden kişi.

Merhaba ey can-ı bâki merhaba

Merhaba uşşaka sâki merhaba

Hoşgeldin ey daima kalplerde yaşayacak olan, daima güçlü ve kudretli olacak olan hoşgeldin.

Hoşgeldin âşıkların susuzluğunu gideren, hoşgeldin.

Merhaba ey kurre-tü ayn-i Halil

Merhaba ey has-ı mahbub-u Celil

Hoşgeldin, ey Halil İbrahim AS'mın gözünün nuru.

Hoşgeldin, ey Celil Allah'ın has, özel sevgilisi.

Merhaba ey rahmeten lil-âlemîn

Merhaba sensin şefi-al müznibin

Hoşgeldin, ey âlemlere rahmet olan, Hoşgeldin ey günah işleyenlerin de şefaatçisi olan kişi.

Merhaba ey Pâdişah-i dü cihan

Senin için oldu kevn ile mekân

Hoşgeldin, ey dünya ve ahiretin Pâdişahı,

Mekânlar senin için yaratıldı.

Ey cemali gün, yüzü bedr-i münir

Ey kamu düşmüşlere sen dest-gir

Ey yüz güzelliğinde gündüz gibi nurlu olan, yüzü ışık veren, parlayan ay gibi olan, Ey bütün düşmüşlerin elinden tutan yardım eden

Dest-girisin kamu üftadenin

Hem penahı bende-vü azâdenin

Sen bütün düşmüşlerin, muhtaçların elinden tutansın. Hem kölelerin de azadlıların da sığınağısın.

Ey gönüller derdinin dermanı sen

Ey yaradılmışların sultanı sen

Gönüllerin dertlerinin dermanı olan sensin, yaratılmışların hepsinin sultanı olan da sensin.

Sensin ol sultan-ı cümle enbiya

Nur-i çeşm-i evliyâ-vü asfiya

Bütün nebilerin sultanı, en üstünü sensin. Takva ve kemalât sahiplerinin, Peygamber varislerinin ve velîlerin hepsinin gözünün nûrusun.

Ey risalet tahtının sen hatimi

Ey nübüvvet mührünün sen hatemi

Sen, peygamberlik, resullük tahtının son sahibisin. Sen, nübüvvet mührünün de son sahibisin.

Çünki nurun ruşen etdi âlemi

Gül cemalin gülşen etdi âlemi

Senin nûrun âlemi aydınlattı. Gül yüzünün güzelliği de âlemleri gül bahçesine çevirdi.

Oldu zail zulmet-i cehl-ü dalal

Buldu bağ-ı marifet ayn-i kemal

Sapıklığın, cehaletin karanlığı senin varlığınla yok oldu. Marifet bağları, "noksansızlık pınarını" seninle buldu.

Yâ habiballah bize imdad kıl

Son nefes dîdarın ile şad kıl

Ey Allâh cc nin sevgilisi bize imdâd eyle, Son nefesimizi senin yüzünü görerek verme mutluluğunu bize bağışla, ver.

    Ger dilersiz bulasız od-dan necat

    Aşk ile derd ile edin es-salat

Eğer cehennem ateşinden kurtulmak isterseniz; aşk ile, arzu ile resulullâh'a salâvat getiriniz.

Çünki ol mahbub-i Rahman-ü Rahim

Kıldı dünyayı cemalinden naim

Çünki, Rahman ve Rahim olan Allah'ın sevgilisinin yüzünün güzelliğinden yeryüzü naim cenneti gibi oldu.

Birbirine muştulayu her melek

Raksa girdi şevk-u şâdiden felek

Melekler bu doğumu birbirlerine müjdelediler. Felekler sevinçten raksetmeğe, dönmeye başladılar

İşbu heybetden Âmine hub rû

Bir zaman aklı gidüp geldi geru

Bu heybetli, müthiş olayları gören güzel yüzlü Âmîne hatunun bir ara aklı başından gitdi, geldi.

Gördü gitmiş huriler, hiç kimse yok

Görmedi oğlun tazarru kıldı çok

Baktı hûrîler gitmişler. Yanında kimseler yok. Oğlunu da görmedi, tevazu ile Allâh'a yalvarmağa başladı.

Hûriler aldı tasavvur kıldı ol

Hayret içre çok tefekkür kıldı ol

Oğlunu hûrîlerin alıp götürdüğünü düşündü.  Hayretler içinde daha bir çok fikirler yürüttü.

Çevre yanın isteyu kıldı nazar

Gördü kim bir kuşede hayrül beşer

Etrafına bakınırken, insanların en hayırlısı olan oğlunu bir köşede gördü.

Şöyle Beytullah'a karşu ol Resul

Yüz yere vurmuş ve secde kılmış ol

Oğlunu Beytullâh'a karşı secdeye varmış olarak gördü.

Secdede başı dili tahmid eder

Hem getirmiş parmağın tevhid eder

Secde vaziyetinde, diliyle şükrediyor, hamdediyor ve parmağı ile işaret ederek lâilâhe illâllâh diyordu.

Debrenür dudakları söyler kelâm

Anlayamazdım ne derdi ol hüman

Dudaklarını kıpırdatarak birşeyler söylüyordu. Ancak o yüksek himmet sahibi çocuğun ne dediğini duyamıyordum.

Kulağım ağzına verdim dinledim

Söylediği sözü ol dem anladım

Ağzına kulağımı yaklaştırınca ne dediğini anladım.

Der ki ey Mevla yüzüm tuttum sana

Yâ ilâhî ümmetim ver-gil bana

Ey Mevlâm, yüzümü sana tuttum, ümmetimi senden istiyorum 

Ümmetim dedi sana çün Mustafa

Ver salavat sen de ana bul safa

Resulullâh sana ümmetim dedi.  Sende ona salavat getirerek safaya eriş, safa bul İsmini ümmet defterine yazdır.

 

 

                 Mİ'RAC BÖLÜMÜ

                (Mi'rac bölümü, kısmı)

 

(Sâhibül hulleti vettâc, verâkibül bürâkı fî leyletil mi'rac, Hazret-i Ahmed-ü Mahmûd-ü Muhammed Mustafâ râ Salevât)

 

Söyleşirken Cebrail ile kelam

Geldi Refref önüne verdi selam

Cebrail A S ile konuşuyorlarken, mânevi bir binek olan Refref önüne gelerek selâm verdi.

Aldı ol şah-ı cihanı ol zaman

Sidre'ye gitti ve götürdü heman

Cihanın sultanını üzerine alır almaz çok kısa bir anda, sidre'ye götürdü.

Bir feza oldu o demde rûnüma

Ne mekân var anda ne arz-u sema

O anda görünen şeyler tamamen kayboldu. Öyle ki ne yeryüzü ne sema, ne de herhangi bir mekân vardı. 

Kim ne hâlîdir, ne mâlî, ol mahal

Akl-ü fikr etmez o hâli fehm-ü hal

Orası öyle bir yerdi ki ne boş ne de dolu denebilirdi. O hâli insanın aklı idrak edemez.

Ref olup ol şaha yetmiş bin hicap

Nur-u tevhid açdı vechinden nikab

Yetmiş bin perde açılarak yoluna devam etti. Nûr-ı tevhîd yüzünden perdeyi açdı.

Her birisinden geçerken ileru

Emr olundu Yâ Muhammed gel beru

Her perdeye gelindiğinde, Ya Muhammed beri gel diye emr olundu.

Çünki kamusun görüp geçti öte

Vardı irişdi ol Ulu Hazrete

Bütün bunları görerek ilerledi ve O ulu Allâh'ın huzuruna vardı.

Şeş cihetden ol münezzeh Zülcelal

Bi kemu-keyf ana gösterdi Cemal

Altı yöndende münezzeh olan Zülcelâl Hz leri, keyfiyeti – niceliği izah edilemez şekilde Resulüne Yüzünü gösterdi.

Zaten ol sultan-ı mazağal basar

Eylemişdi Hakk'a tahsis-i nazar

Zâten, gözü gördüğünden şaşmayan Resul, bütün bakışlarını Hakk'a  yöneltmişti

Aşikâre gördü Rabbül-İzzeti

Ahirette öyle görür ümmeti

Aşikâre, yâni engelsiz bir şekilde Rabbülİzzeti gördü.  Ahirette, görmeyi hak eden  ümmeti de öylece görecektir.

Bî huruf-u lâfz-u savt ol pâdişah

Mustafa'ya söyledi bi iştibah

Harfsiz, sözsüz, kelimesiz bir şekilde Rabbilâlemîn, şüphesiz Mustafa'ya şöyle dedi.

Dedi kim matlub-ü maksudun benem

Sevdiğin can ile mabudün benem

Dedi ki: Senin ulaşmak istediğin gayen, arzun benim.  Can ile sevdiğin, ibadet ettiğin Allah'ın benim. 

Gece gündüz durmayub istediğin

Nola kim görsem cemalin dediğin

Gece gündüz durmadan, yüzünü görmek istediğin Rabbin benim.

Gel habibim sana müştak olmuşam

Cümle halkı sana bende kılmışam

Gel sevgili kulum, senden razıyım.  Bütün yarattıklarımı da sana bağladım, senin emrine verdim. (Yarattıklarımın tümünü Gökleri yerleri, yıldızları, güneşleri, canlı cansız her şeyi, seni yarattığım için yarattım. Seni hülâsa-i kâinat olarak yarattım.)

Ne muradın var ise kılam reva

Eyleyem bir derde bin türlü deva

Benden ne istiyorsan vereyim.  Bir derdin varsa bin türlü çaresini vereyim.

Mustafa dedi eya Rabb-i Rahîm

Ey atâ puş-ü atâsı çok kerim

Mustafa, ey çok merhametli, ikramlı, kullarına sonsuz değerli ikramları olan yaradanım; 

Ol zaif ümmetlerim hâli nola

Hazretine nice anlar yol bula

Benim ümmetim içinde çok zayıf olanlar, sana karşı vazifelerini tam olarak yapamayanlar var.  Onların hâli ne olacak.

Onlar sana nasıl ulaşacaklar.

Gece gündüz işleri isyan kamu

Korkarım ki yerleri ola tamu

Gece gündüz bütün işlerinde isyan ediyorlar da farkında değiller. Onların son yerlerinin cehennem olmasından korkuyorum.

Yâ ilâhî hazretinden hâcetim

Budurur kim ola makbul ümmetim.

Ya İlâhi senden isteğim, ümmetimin makbul olmasını lütfetmendir. Onları bağışlamandır. Cehennemden kurtulmalarını senden diliyorum.

Hak-Tealâ'dan erişdi bir nida

Yâ Muhammed ben sana kıldım ata

Hak Teâlâ'dan, "Ya Muhammet bu konuyu ben sana ikramım olarak, bahşişim olarak verdim."  sözü yetişti.

Ümmetini sana verdim ey habib

Cennetimi anlara kıldım nasib

Ümmetini sana verdim ey habibim. Cennetimi de onlara nasip olarak verdim. Senin râzı olduğun ümmetini cennetime alacağım.

Yâ habibim nedir ol kim diledin

Bir avuç toprağa minnet meyledin

Ey habibim, Dünyanın bütünü, sana ikramlarımın karşışında bir avuç toprak değerindedir.

Ben sana müştak olunca ey şerif

Senin olmaz mı dü-âlem ey lâtif

Ben seni sevince ey değerli kulum, dünya'da, ahiret'de senin için nazik olmaz mı? O iki âlem de senin olmaz mı?

Zatıma mir'at edindim zatını

Bile yazdım adım ile adını

Zâtımın bir aynada yansıması olarak senin zatını yarattım. Senin adın ile adımı Arş-ı âlâya birlikte yazdım. "Lâ ilâhe illâllah, Muhammeden Resulullâh" diye yazdım.

Hem dedi kim Yâ Muhammed ben seni

Bilürem görmeğe doymazsın beni

Hem dedi ki: Yâ Muhammed, biliyorum ki sen beni görmeğe doymazsın. Yanımda çok kalmak istersin amma;

Avdet edüp davet et kullarımı

Tâ gelüben göreler dîdârımı

Sen şimdi Dünyaya geri dön. Kullarımı islâma davet et. Öylesine çalış, davet et ki o kullarım da, senin gibi gelip benim yüzümü görebilsinler.

Sen ki mi'rac eyleyub etdin niyaz

Ümmetin mîracını kıldım namaz

Sen ki yanıma geldiğinde ümmetinin de miracını istedin.  Ben de ümmetine mirac olarak namazı verdim.

Her kaçan kim bu namazı kılalar

Cümle gök ehli sevabın bulalar

Namazlarını kılanlara bütün gök ehlinin sevabı kadar sevap vereceğim.

Çünki her türlü ibadet bundadır

Hakk'a kurbiyyet'le vuslat bundadır.

Çünkü, namazda her türlü ibadet vardır. Allâh'a yakınlaşarak vasıl olmak, ulaşmak bundadır.

Sıdk ile beş vakt olundukça eda

Elli vaktin ecrin eyler Hakk ata

Sadakatla ve ihlâsla beş vakit namazını kılana, Hakk tealâ elli vakit namaz kılmış gibi sevap verir.

Mahasal ol anda doksan bin kelam

Sebk idüp buldukta encam-ü hitam

Netice olarak, çok kısa bir zamanda, anda, doksan bin söz söylendi ve konuşma  ve ziyaret, yâni mi'rac sona erdi.(Eskiden birkaç saniyede doksanbin kelimelik bir konuşmayı ve mi'racı anlamak zordu. Dikkat ediyormusunuz insan yapısı bir bilgisayara binlerce mega bytlik bilgi kaç saniyede yüklenebiliyor? Bilebilenler bu konuyu genişçe düşünebilirlir.  Elektron ve kuant hızlarını da düşünebilirler)

Tarfetül-ayn içre ol fahr-i cihan

Ümmühani evine geldi heman

Cihanın iftihar ettiği, fahr-i kâinat efendimiz, birkaç kere göz kırpılıp açılabilecek kadar bir zaman sonra, Ümmühânî'nin evinde yatağına döndü. (Yatağı henüz soğumamıştı.)

Her ne vâki oldu ise serteser

Cümlesin eshabına verdi haber

Olan bitenlerin tümünü eshâbına olduğu gibi, baştan başa anlattı.

Dediler ey kıble-i islâm-ü din

Kutlu olsun sana mirac-ı güzin

Sahabeleri, ey islâm dinin kıblesi olan Resul, Sana bu seçkin, çok değerli mîrâc kutlu olsun dediler.

Biz kamumuz kullarız sen şahsın

Gönlümüz içinde rûşen mahsın

Biz hepimiz sana tabiyiz, başımız, başkanımız sensin. Sen bizim gönlümüzün içinde parıldayan ve küfrü yok eden, bizi aydınlatan bir dolunaysın.

Ümmetin olduğumuz devlet yeter

Hizmetin kıldığımız izzet yeter

Resulullâh'ın ümmeti olmamız, bu Dünyada kazanabileceğimiz en önemli, en büyük kazancımızdır. İslâmı yaşamamızın şerefi, üstünlüğü bize yeter. (İslâmın gereklerini yerine getirebilmek; dinde, ilimde, fende, sanayide maddi ve mânevi  her dalda ümmetler arasında en üstünlerden olma gaye ve gayretlerini içerir.)

 

     <Burada üç kerre salâvât getirilir.>

 

 

 

 

              MÜNÂCAT BÖLÜMÜ

        (Allâha yalvarma, Dua bölümü)

Yâ ilâhî ol Muhammed hakkı çün

Ol şefaat kânı Ahmed hakkı çün

Yâ ilâhî; O Muhammed kulunun hakkı için, şefaat yetkisini sadece ona verdiğin  Ahmed kulunun hakkı için,

Sidre-vü arş-i muallâ hakkı çün

Ol sülûk-i seyr-i âlâ hakkı çün

Yaradılmış varlık âleminin dışında olan o yüksek arş'ın hakkı için, O çok yüksek ve şerefli yolculuğun hakkı için,

Ol gece söyleşilen söz hakkı çün

Ol gece Hakk'ı gören göz hakkı çün

Mirac gecesinde konuşulan sözlerin hakkı için, O gece Hakk'ı, Rabb'ini gören göz hakkı için,

Sırr-ı fürkan, nûr-i âzam hakkı çün

Kuds-ü Kâbe, Merve, Zemzem, hakkı çün

Kur'anın içerdiği sırların, o büyük nûrun hakkı için, Mübarek Kâbe'nin, Merve tepesinin, Zemzem suyunun hakkı için,

Gözü yaşı hakkı çün aşıkların

Bağrı başı hakkı çün sadıkların

Hakk âşıklarının gözlerinden akan yaşların hakkı için, Sadık kullarının gönlünün, bağrının, başının hakkı için,

Aşk od'undan ciğeri püryan için

Derd ile kan ağlayan giryan içün

Allah ve resulullâh sevdası ateşinden ciğerleri kavrulanların hakkı için, Eksikleri yüzünden üzülerek gözlerinden kanlı yaşlar akıtanların hakkı için,

Sıdk ile yolunda kaim kul içün

Hazretine doğru varan yol için,

Sadakatle senin yolunda duran kullarının hakkı için, Hazretine kullarını ulaştıracak olan yolun hakkı için,

Şol zaman kim müddet-i ömr-ü hayat

Âhir ola ere hengâm-i memat

Verdiğin ömür zamanı dolup, ölüm zamanımız geldiğinde,

Yâ ilâhî saklagıl imanımız

Verelim îman ile ta canımız

Ey Allâh'ım, îmânımızı sen muhafaza eyle ki canımızı îmân ile verebililim.

Biz günahkâr, âsi, mücrim kulları

Yarlıgayüb kıl günahlardan berî

Biz, günahkâr, asi, mücrim, suçlu kullarınız, Bağışlayarak günahlarımızdan bizleri arındır.

Kabrimiz iman ile pür nur kıl

Mûnisi gılman ile hem hûr kıl

Kabrimizi îmân nûru ile doldur. Bizelere iyi davranan cennet oğlanları ve cennet kızları ile bizleri beraber eyle,

Hem dahi mizanımız eyle sekil

Cennete girmeğe lütfun kıl delil

Hem bizim hesabımızı kolay eyle, Cennete  lütfun ile girelim.

Mustafa'ya hem civar et yâ Kerîm

Cennet-ül firdevs içinde yâ Rahîm

Ey çok esirgeyen ve çok ikram sahibi Rabb'im, bizleri firdevs cennetleri içinde

Resulün Mustafa'ya yakın bir yerde cennetine koy.

Lutf ile göster bize dîdarını

Nimetinle toyla gıl kullarını

Bize yüzünü görebilme mutluluğunu lûtfet ve bu ikramınla, bu nîmetinle kullarını coşkuyla sevindir.

Afvedüb isyanımız kıl rahmeti

Ol habibin yüzü suyu hürmeti

O sevgilinin, habibinin yüzü suyu hürmetine isyanlarımızı affederek bize rahmetinle muamele et.

Sana lâyık kullarınla hemdem et

Ehl-i derdin sohbetine mahrem et

Sevdiğin, beğendiğin kullarınla bizleri beraber eyle, eksiklerini bilip düzeltmeğe çalışan iyi kullarının sohbetlerinde, konuşmalarında bulunmayı bizlere nasip et.

Hem Süleyman-ı fakire rahmet et

Yoldaşın îman makamın cennet et

Bîçâre kulun, Süleymân Çelebiye de rahmet et. Yol arkadaşını îmân ve makamını da cennet et.

Yâ ilâhî kılma bizi dâllin

Bu düâya cümleniz deyin amin

Ey Allah'ım bizi sapkınlardan, dâlâlete düşenlerden eyleme. Doğru yoldan ayrılmaktan, sapıtmaktan koru. Bu duaya hepimiz âmîn diyelim. 

Ümmetinden razı olsun ol muin

Rahmetullahi aleyhim ecmain

İki cihan saadeti için ümmetine yol gösteren ve yardım eden o Resul, ümmetinin cümlesinden razı olsun.  Allah'ın rahmeti hepimizin, bütün ümmetin üstüne olsun. Âmîn.

 

                          Erdinç BABACAN

 

 

 

 

 

     ÇOCUKLAR İÇİN

                 ŞİİRSEL ANLATIMLAR

 

 

Her şeyi yaratan Rabbilâlemin

      Bize akıl verdi bilmemiz için

 

İşte size Dünya, Gök ile Zemin

      Rehberinizi de kendiniz seçin

 

Yaşam rehberleri peygamberlerle

      Yolları gösterdi, şaşmamak için

 

Son Peygamberiyle son kez uyardı

      Dini tamamlattı insanlık için

 

Artık başka peygamber beklemeyin

      Sonuncusudur Muhammed-ül emîn

 

Yolları gösterdi, bu yoldan cennet

      Şu yoldan gidersen işte cehennem

 

İmanın şartları altıdır altı

      Birincisi Allah'a iman etmek

 

Allah'ım yarattı tüm melekleri

      Kitapla gönderdi peygamberleri

 

Öldükten sonra da yaşam var yaşam

      Kadere inanmak emr oldu bize

 

İslâmın şartı beş, beş tane şart var

      Becerip yaparsan ödüllerin çok

 

Uymaz ve yapmazsan sen kaybedersin

      Ömrü ziyan etme bir dahası yok

 

Kelime-i şahadet birinci şartı

      Açar önümüze aydınlık kapı

 

İkincisi namaz, "randevumuzdur"

      Sevgiyle kılarsak yüceltir bizi

 

Oruç tutmak ile kuvvetleniriz

      Melekler kıskanır o halimizi

 

Zekât vermek her zenginin görevi

      Fukara sevinir coşar yüreği

 

Hacca gitmek için mal ve dermanın

      Varsa sakın durma git al fermanın

 

İhsan sahibi ol, Allah'ı tanı

      Allah sevsin seni versin imkânı

 

Dünya işinde de en üstün sen ol

      Yarışı sen kazan, neş'e ile dol

 

 

      (Çocuklar bu şiiri marş gibi söylemeyi çok seviyorlar.  Birkaç tekrarda şiiri ezberliyorlar.)

 

 

 

 

 

       YUMURTA  FABRİKASI

 

Tavuk yapar yumurta,

            Birbirinin aynısı

 

Kestim baktım içine,

            Fabrikası hangisi

 

Çok aradım bulmadım,

            Ne işçi var, ne usta

 

Tavuk nasıl yapıyor,

            Şaşırdım oldum hasta

 

İçinde var beyazı,

            Ortasında sarısı

 

Nefis yumurta yapar,

            O horozun karısı

 

 

 

 DEDENİZİN SARAYLARI VARDI

 

Dedemiz Adem'le Annemiz Havva

Evleri Cennette, her şey bedava

 

      Allah'ın onlara ikramları çok

      Keyifler yerinde, keder ise yok

 

Ne soğuk, ne sıcak, çok güzel cennet

Huriler, gılmanlar ederdi hizmet

 

      Gez dolaş cenneti, her yere uzan

      Yalnız şu ağaçtan yeme hiç bir an

 

Bu sözü unutma! Sınavın senin

Bir yanlış yaparsan faydasız enîn

 

      Kırallık hiç kalır, orda Adem'e

      İblis secde emri aldı Dedeme

 

İsyanın cezası büyük, Cennet'te

İblis uymayınca, indi lânette

 

      Düşmanlık besledi İblis Adem'e

      Yalan yeminlerle kandırdı gene

 

Adem ile Havva emri unuttu

Şeytana inandı ve hapı yuttu

 

      Seylân adasına sürüldü Adem

      Havva'nın cezası Cidde'ydi o dem

 

Çok aştı yüz yılı, arandılar pek

Arafat çölünde buluşana dek

 

      Cebel-i Rahme'de ilk kucaklaşma

      Ağladı gözleri, sel gibi yaşla

 

Cibril'e emr oldu, yardım ediniz

Kâbeyi yaptılar, işte eviniz.

 

     Yine kandırırsa sizi bu şeytan

      Cennet'e dönemezsiniz burdan

 

Söz dinlemeyene Cehennem haktır

O son ne kötüdür, ebedi ahtır

 

      Cenneti isteyen tutsun sözleri

      Ebedi sevinçle gülsün yüzleri

 

YAVRU KANARYANIN MERAKI

 

Yavru kanarya sordu,

            Oyuncak mıdır bunlar?

Annesi gülümsedi,

            Kardeşlerindir onlar

Yavrular çok şaşırdı,

            Bunlar mı Kardeşimiz?

Başı, tüyü, canı yok,

            Nasıl olur eşimiz?

Annesi gülümsedi,

            Onlar yumurtam benim

İçinde gelişecek,

            Tüm kardeşlerin senin

Bir zamanlar sizler de,

            Yumurtada idiniz.

Sonra kabuğu kırıp,

            Buralara geldiniz.

 

 

 

GÜNEŞİMİZ HİÇ TEMBELLİK ETMİŞ Mİ

 

 

Güneş hergün geliyor, Dünya aydınlanıyor

O ne bitmeyen pildir, onu kim dolduruyor?

 

Bahar gelince açtı, renk renk yeşil yapraklar

Bitkiler filizlendi, bir âlem bu topraklar.

 

Papatyalar çayırda, beyaz beyaz açtılar

Karlar ve buzlar şimdi, nerelere kaçtılar?

 

Gelincikler her yerde, kıpkırmızı açtılar

İnsanların gönlüne, güzellikler saçtılar.

 

Yükseklerden akıyor, pırıl pırıl dereler

Ben de varım diyerek, çağırıyor nameler.

 

Bülbüller ötüşüyor, ağaçların dalında

As solist benim diyor, sanki her şarkısında.

  

Güneşli havalarda, koşar oynar çocuklar

Her yer neş'eyle dolar, cıvıldaşır tüm kuşlar

 

Tarlalarda ekinler, Güneşten yardım alır.

Başaklar olgunlaşır, tüm meyveler tatlanır.

 

İşinde çok ciddidir, Güneş hiç hata yapmaz

Aldığı görevinden, asla bir adım şaşmaz.

 

Herkes çok sever sayar, Dünyanın Güneşini

Güneş gibi olanın, Allah sever işini

 

 

 

 

 

 İSTANBULDA SAKSIDA

               BİR GREYFURT AĞACI

 

Bir metreye ulaşmayan boyuyla

Çiçek açmış, öğünüyor soyuyla

Mis kokusu saldı güzel huyuyla

Şu bizim minicik greyfurtumuz

 

      Minik minik meyve tuttu dalları

      Büyütür mü dedik acep bunları

      Sevgiyle seyr ettik bizde onları

      Yedi meyve yaptı greyfurtumuz

 

Olgunlaştı greyfurtlar dallarda

Seyreyledik zevkle biz o hallarda

Kıyamadık koparmağa, onlarda

Odamızın süsü greyfurtumuz

 

      Bir ateist geldi, iş için bize

      Meyvelere baktı, başladı söze

      Dedi şu tabiat, bakın bu öze

      Meyveler oldurdu minik ağaçta

 

Dedim, insanoğlu yapar mı bundan

Rengi, kokusuyla, içiyle ondan

Proğramı koymadıysa Yaratan

Çok geri kalmışız biz şu odundan

 

      Sarardı benizi ne desin adam,

      Yaşamış yıllarca sorgulamadan

      "Ağaç uyandırdı"dedi "uykudan"

      Büyük meyve verdi! Greyfurtumuz

 

 

 

AY GÖRDÜM ALLAH

             AMENTÜBİLLAH

 

Ay gördüm Allah, amentübillâh

Karnımız doydu, elhamdülillâh

      Ay gördüm Allah, amentübillâh

      Sıhhat selâmet, isterim Allah

Ay gördüm Allah, amentübillâh

Makbul bir ömür, nasip et Allah

      Ay gördüm Allah, amentübillâh

      Dersleri sevdir, ilim ver Allah

Ay gördüm Allah, amentübillâh

Öğretmenimi sevindir,  Allah

      Ay gördüm Allah, amentübillâh

      Ülkeme rahmet, bolluk ver Allah

Ay gördüm Allah, amentübillâh

Anneceğime sağlık ver Allah

      Ay gördüm Allah, amentübillâh

      Babacığıma sağlık ver Allah

Ay gördüm Allah, amentübillâh

Sevdiklerinle dost eyle Allah

 

 

 

               DANABURNU BU İMİŞ

 

Bahçeyi çapaladı, Annem – Babam gayretle

Ocakları açtılar, çok özenli hizmetle

 

      Toprağı gübreleyip kabarttılar, sırayla

      Fideleri getirip, dikip eşit arayla

 

Bir parça su döktüler, hıyarların dibine

Sonra domateslerin ocağının içine

 

   Birkaç gün sonra bahçe, tüm yeşile boyandı

   Yalnız bazı bitkiler, toprağına yaslandı

 

Babam dedi "çocuklar, hastalandı bahçemiz

Bileni getirelim, olmalı bir çaremiz"

 

   Bahçıvan Hasan dede, gelipte nezaketle

   Fideleri tutunca gördük kopmuş, hayretle

 

Kim kopardı bunları, hem toprağın içinde

Düşman nerede saklı, bahçenin neresinde 

 

Hasan dede gösterdi, toprakta ince yollar

Bak toprağı kabartıp geçmiş danaburnu'lar

 

    Biz bir daha şaşırdık, bu danaburnu'da ne

    Hasan dede giderdi merakımızı yine

 

İnce bir çubuk ile karıştırınca izi

Bir yerde durakladı, dikkat ettirdi bizi

 

     Parmak kadar bir böcek, güçlü ön ayağıyla

     Toprağı kazıp gitti, altından can havlıyla

 

Hasan dede, tekrardan çıkarıp yer yüzüne

Dedi çocuklar bakın, bu hayvanın özüne

 

  Bakın nasıl koşuyor, yer yüzünde bu hayvan

  Dahası, uçabilir. Onda vardır bu imkân

 

Derken hayvan, açarak kanatlarını birden

Hızla uçarak kaçtı, Şaşırdık biz sahiden

 

   Danaburnu ne imiş, üç marifeti varmış

   Yüzmeyi bilmiyorsa belki o kusur kalmış

 

 

 

                ANNELERİMİZ

 

 

İlk defa tanıdım, anneciğimi

Şefkatle emzirdi, memeciğini

Büyüttü yıllarca bebeciğini

İşte bebeciğin büyüdü anne.

 

        Her sözcüğü senden öğrenirken ben

        En büyük âlimdin benim için sen

        Sabrın ve Şefkatin her anda esen

        Meltem rüzgârıydı, sevgili annem

 

Yorulmuş gelirdi, işinden babam

Elinde paketler, bu günkü çabam

Bunları getirdim sevgili bebem

Elinden alırdı, hürmetle annem

 

         Babam derdi "bu evlâtlar emanet,

        Büyütelim, okutalım onları

        Ahlâklı olanın sonu selâmet

        Güzel olur yaşamları-sonları"

 

Tertemiz tutardın evceğizini

Yıkayıp paklardın her şeyimizi

Özenle pişirdin yediğimizi

Ömrünü harcadın bizlere, annem

 

       Hep özlem duyardın, gülen yüzlere

       Merakınız vardı, güzel sözlere

       Nice sabr eyledin, âsi bizlere

       Zor günler kolayca bitmedi annem

 

 

 

              ŞİİRSEL SOFRA DUASI

 

 

Ahsen-i takvim’de bizi yaratan

Rabbimize hemen şükür edelim

Sonsuz nimetleri bize bahş eden

Mevlâmıza teşekkürler edelim

 

     Göz, kulak, dil, akıl ne büyük nimet

     Yedik, içtik, doyduk, olsun afiyet

     Ne bulduk yedikse oldu ziyafet

     Şükür edenlere nasiptir cennet

 

Rabbimden isteriz, aff-ı mağfiret

Sağlık ve selâmet, sıhhat afiyet

İkrama vasıta kullara cennet

Keseye bereket, ömre bereket 

 

               Olmasa analar ve de babalar

               Olur muydu bu sofrada olanlar

               Cennette olsunlar burdan göçenler

               İlâhi ikramdan tatsınlar her gün

 

Dünya bankasında geçen paramız

Ahirette geçmezse biz ne yaparız

Alıştık varlığa, yanar ağlarız

İlâhi lütfunla esirge bizi

 

               İkrama şükrümüz her hamd-ü sena

               Rahman-ür Rahiymden umup daima

               Hem bu günümüze, hem sonramıza

               İhlâs ve fatiha yığalım her gün.

 

                                   El Fatiha

 

 

 

FADİME TEYZENİN

                       OSMAN'A MEKTUBU

 

Fakülteyi bitirip adam mi oldun Osman

Neneni beğenmedun, oldun köyline düşman

 

Az mi yalvarayidun, Emine'ye ey Osman

Keşke okumiyaydun, olaydun köye çoban

 

Emineyi beklettun, senelerce nişanli

İki yüzluluk ettun, söylesene yalan mi?

 

Eminenin günahi, yakar seni cihanda

Anan-Baban perişan kaldi ha buralarda.

 

Okudun da ne oldi, bi hayrun yok köyine

Anan-Baban'a kaldi kupkuru bi öğunme

 

Neyun mühendisisun, taş mi koydun yapiya

Gelun Anan'i koymuş, İstanbulda kapiya

 

Evvel namaz kilardun, şimdi eyilmeyusun

Bu halunla köyünde artık sevilmeyusun

 

Okumağa giderken güzel umutlar vardi

Ne oldi sana Osman, neden dünyan karardi.

 

Yalani bilmez idun, çobanluğa giderken

Nasıl budandın öyle, adamluktan çıktın sen

 

Unuttun mi Babani, seni nasil kolladi

O fukara halunlan sana para yolladi

 

Hiç dedi mi ki sana, ben borçlandum millete

Şimdi lâyıkmi Baban senden gelen zillete

 

Neyun mühendisisun, taş mi koydun yapiya

Gelun Anan'i koymuş, hiç sormadan kapiya

 

Sen burada yulari, eşeğuna takardin

Yuların eyusuni kendi başuna sardın.

 

İstesen de o yerde nâra ataman Osman

Çoban nâra atayi, duyayimisin ordan.

 

Sen abdestsuz gezmezdin davar güderken bile

Şimdi zor mi geleyi, gavaracı hergele

 

Funduk çubuğu çeten korur köyde lazuti

Duydum ki yutayisin, deve ilen hamuti

 

Bu köyün uşağisun, taşlar seni taniyi

Bilmeyen yabançilar seni adam saniyi

 

Anan-Baban hep ayni, gene eli dardadır

Bütün geçmişlerine her an duadalardır.

 

Anan-Baban yakindur, yolçidir ahirete

Gelip görmeyisunuz, kalayiler hasrete

 

Dünyada ulaşmadi, evune bi hediyen

Ahirete  gidermi, umutsuzdur bekleyen

 

Ahiretun postasi meleklerdir, melekler

Melekten ne anlayi senin gibi kelekler

 

 

 

            SACİT  BEY

 

Komşu Fatma hanım kılardı namaz

Duayı yapmadan sofradan kalkmaz

Daima Rabbine ederdi niyaz

Sâliha kadındı, derdi "oku-yaz"

 

      Beyini kaybetmiş, gelirleri az

      Okulda üç çocuk, çekilir mi naz

      Sacit gayretliydi, akıllı biraz

      Pembe yanaklıydı, dudaklar kiraz

 

Küçük Sacit'teydi büyük ümitler

Aman ders çalışsın, okulu bitsin

Sonra namazlarını kaza etsin

Çokça yormayalım, sınıfı geçsin

 

      Nazik bir insandı sayın Sacit bey

      Üniversitede öğrenmişti ney

      Servi boylu idi, hey gidi hey

      Hukuğu bitirdi Sacit beyimiz.

 

Başarılı bir iş hayatı vardı

Dostları her zaman O'nu arardı

Annesi yalnızdı, haber sorardı

Gelen gidenlerden oğlu Sacit'i

 

      Aman iyi olsun, gelmese olur

      O rahat yaşasın, belki kurtulur

      Fakir günlerinin sonu bol olur

      Diye düşünürdü, oğlu Sacit'i

 

Günlük gazetede okurken şaştı

Dine düşmanlıkta Sacit bir "baştı"

Fatma'nım üzüldü, göz yaşı taştı

Gönlündeki hüzün, dağları aştı

 

      Rabbini nasılda unutur insan

      "Maymundu atamız" demez mi? o an

      Annesi şaşırdı, ne dedin oğlan

      Keşke olmasaydım seni doğuran

 

Anacığı dindar evlât arz eder

Secdesi çok olsun, bilmesin keder

İslâmdan kopmayan cennete gider

İntihar edene neylesin kader

 

      Öyle düşünerek konmuştu adı

      Meğer acımanın bu imiş tadı

      Bir de gelin aldı, büsbütün cadı

      Üzüntü veriyor Sacit'in yâdı

 

Secdesi hiç yok ki, yakışmaz ismi

Maneviyat bitmiş, kalmış bir cismi

Helâl haram bilmez, inançsız kısmı

Kibardır sadece çekilen resmi

 

      İçini kavurdu çok büyük keder

      İmansızın malı ihlâstan eder

      Fatma'nım öyle pis parayı neder?

      Sacit "hiç vermedi", deyip şükreder

 

Ne günlere kaldık, Ya Rabbi af et

Sacit beye tezden secde nasip et

Geçmişine maymun dedi nihayet

İnâyet eyle de bitsin o gaflet

 

 

 

        Meal Okuyupta Âlim Olmuşmuş,

 

Diyor ki öğrendim, dinde ne varsa,

Meali okudum, bildim devasa

Başka şey kabul etmem ben asla

Ancak inanırım onda yazarsa

 

      Kendi düşüncesi en doğru yolmuş

      Sünnetler sonraki icadlar olmuş,

      Mezhepler çıkınca birçok şey dolmuş!...

      Düşünmez ki; şeytan neden kovulmuş

 

Ya Rabbi ne de çok bakar körler var,

Kaç okul bitmeli "Hukuk'a" kadar

Dört yıl fakültede yine eğtim var

Hukukçuda herkes staj da arar

 

      Anayasa kitabını be zâlim

      Ezbere bilenler olur mu âlim

      Diğer kanunlara uymazsa hâlin

      Mahkemede senin n'olur ahvalin

 

Kur'an-ı Kerîm de bir anayasa

Uygulama kanunları sünnetler

Sünnete uyanda bulunmaz tasa

Hazırdır onlara naim cennetler

 

      En büyük yalancı kimdir dersiniz?

      Neden kendinizi kandırırsınız?

      Görüp anlamaktan aciz misiniz

      Değecek mi sondaki eziyetler

 

Neden anayasa mahkemesi var

Orda büyüklerimiz görev yapar

Metinlerse Türkçe, yüz yaprak kadar

Düşünemeyenin aklında ne var?

 

      Şaşılacak işler yapar dururuz

      Ufak paralara köşk verirler mi?

      Çalışmadan çok kazanmak arzumuz

      Buzlar ısınmadan hiç erirler mi?

    

 

 

NEYİNE  GÜVENİYORDUN

 

 

Neyine güveniyordun, seni de aldı ölüm.

Burda ettiklerindir, orda bulduğun zulüm

 

    Haydi seni kurtarsın, paran, malın, mevkiin  

    Evlâdından kaçarsın, nerde senin sevdiğin

 

Çok beklersin aç yoksul, arasat meydanında

Dilenciden betersin, beş paran yok yanında.

 

    Bekleme kimse vermez, orda sana sadaka

    İflâs etmek nasılmış, anladın mı mankafa

 

Burda kabul etmezdin, Şefaat Kânı'nı sen

Bulsana şefaatçı, eğer akıllı isen

 

     Saldırırdın putunla dünyadayken herkese

     Bak putunu attılar cehennemde merkeze

 

Çok zulumler eyledin, kaldılar mı yanına

Beddua yolluyorlar, Arasat meydanına

 

    Suçların çok kabarık, lehine yok tek tanık

    Mahkeme-i kübrada oldun idamlık sanık

 

Oğluna, uşağına anlatırdın Darwen'i

Çağırsana Darwen'i, şimdi kurtarsın seni

 

    Melek yazdı deftere, "dine garez, münafık"

    Kitapsız kâfirlere, cehennemdedir azık

 

İster ye, ister yeme, orada pişenlerden

Sana kâr kalan budur, yaşadığın günlerden

 

 

 

 

   HAC  ve UMRE'ye dair birkaç söz

 

  İslâmın beş şartından biri olan hac ibadetimizi yaparken, menâsiklerimize ilâveten, işin tefekkür boyutunda şunları da düşünebiliyor muyuz;

   Yoksa otellerin konforu, mimari yapılar, yollar, köprüler, çarşı, pazar ve turistik hizmetlere bakıp turist gibi bir gezi mi yapıyoruz!...

 

 Oralarda şunları düşünelim.

 

  • Allah cc bizi buralara neden çağırdı, bizlere neleri hatırlatmak istiyor?

 

  • Cennetten çıkarılan atamız Adem A  S ile Havva anamız, Bağdat gibi, İstanbul gibi çok verimli, meyveli ve güzel yerlerden birinde değil de, neden bu çölde buluşturuldu?...     (Gıdaları hurma ve Zemzem suyundan ibaret.)

 

 

 

  • Havva Anamız Cidde'ye indirildi. Adem Babamız Hindistanın güneydoğusundaki Seylân (Serendip) adasına indirildi.  Bir rivayet koskoca Dünya yüzeyinde 200 sene  birbirlerini aradılar.

 

  • Neden "Hac Arafattır" buyurulmuştur. Bu çölü görüp neyi anlamamız, idrak etmemiz bizlerden isteniyor?...

 

  • Şemsiyesi, şişesi, ayakkabısı, elbisesi olmayan Adem  A  S  ile Havva Ana'mız Arafat çölünde buluşana kadar geçen 200 yılda, acaba ne kadar büyük sıkıntılar, meşakkatler çektiler?  Düşünebiliyor muyuz?

 

  • Dünya üzerinde ilk buluştukları yer olan, Arafat çölündeki Cebel-i Rahme te-pesi sizde ne gibi duygular uyandırıyor?...

 

  • Mahşerin benzeri olduğu bildirilen Arefe günündeki Arafat meydanı, İnsanlığın  başlangıcı ve sonu hakkında sizde ne gibi düşünceler uyandırıyor? ...

 

  • Cennette her istediği zahmetsiz önüne gelen Adem ile Havva ceddimiz, bu çölde yaşamlarını nasıl sürdürebildiler?

 

  • Adem ile Havva için Cebrail A  S  ile beraber Dünyamızda yapılan ilk ev olan KÂBE, bölgenin tekrar çölleştiği ve hiç yaşanmamış bir yer görüntüsüne geldiği çok uzun zamanlardan sonra, neden İbrahim  A  S  ve Cebrail  A  S  ile tekrar aynı noktaya, aynı temel üzerine inşa ettirildi ve insanlığın yönü aynı noktaya çevrildi? ...

 

  • İsmail  A  S mı kesmeğe götürürken, kendisini kandırmak üzere yolunu kesen şeytanı hiç tereddütsüz taşlayan ve bir gözünü ebedi kör eden, İbrahim  A  S mın yaptığını sembolik olarak bizimde yapmamızı emr eden bize neyi anlatmak istemektedir?  (Yoksa duvara niçin taş atıyoruz?)

 

 

  • Adem  A  S  ile Havva Ana'mız Arap yarımadasında Mekke yerine, meselâ Türkiyemizin de bulunduğu 42 nci enlemde bir yerde buluşturulsaydı, (Erzurum, Kars, Berlin, Londra gibi) haccımızı çeşitli mevsimlerde nasıl yapabilirdik?

 

  • İnsan yaratıldığı günden beri söz tutma sınavındadır.  Kendisine bir tek yasak emri verilmişti, dinlemedi.  Karşılığında, Hac'da ziyaret ettiğimiz Mekke'ye yerleştirildi.  Dünyada tekrar söz dinlemezsek varacağımız yer cehennem.  Dinler isek, varacağımız yer ata yurdumuz cennet.  Seçim hakkı bizde.  Bizlere "tamamıyla özgürsün, beğendiğin yeri seç" deniyor.

 

 

            « 02/04/2001 de hacdan dönerken, gözlemlediğim eksikler üzerine bunu kaleme aldım ve o günden sonra  hac veya umre yapacak tanıdıklarıma fotokopi yaptırarak yüzlerce nüsha dağıttım. Erdinç Babacan »

 

 

 

     EY AKIL SAHİBİ İNSANLAR !

 

  • Harikûlâde bir haslet olan bu aklınız neyin nesidir?

 

  • Daha üstünü, hatta benzeri dahi asla yapı-lamayacak olan bu vücut makineniz neyin ve kimin eseridir.

 

  • Gözle görülemeyecek boyuttuki herhangi bir hücrene, ikibin ayrı fabrikanın görevlerini yapmakta olan sistemleri kim yerleştirdi?

 

  • Sıvı haldeki kan hücrelerinizin miktarlarını, vazifelerini, birbirleri ile koordineli çalışmalarını kim projelendirdi, yaptı, düzenledi ve denetliyor?

 

  • Kalbinin, midenin, karaciğerinin vs organlarının çalışmalarını kim emrediyor ve sağlıyor?

 

  • Kendi ruhunu gören var mı?

 

      Yok tabii.Çünkü bizleri plânlayan, proğramlayan, yapan ve yaratan Allah cc  "İnsan benim sırrım, ben insanın sırrıyım"  diyor.

 

     Ruhtan sorulduğunda ilâhi mesaj,

   " O Rabbinin bir emridir"   diye cevap vermektedir.  Başkaca hiçbir bilgi yok. Çünkü ruhumuz Rabbimizin bir sırrıdır.

   Ruhumuz bizi biz yaparken, ölene kadar bedenimizi ve tüm varlığımızı yönetirken, ruhumuz hakkında pek az bir bilgiye sahibiz. 

 

      Allah c c,

      " Ben insanın sırrıyım"   diyerek dünya gözü ile kendisini asla göremeyeceğimizi  belirtiyor.

 

      Biz ancak Rabbimizin eserlerini müşahade edip, gözlemleyip, tefekkür ederek müsaade ettiği kadarını fark edebiliriz, anlayabiliriz.

 

 

      Rabbimiz, "Ben evvelâ Nur-u Muhammedi'yi yarattım. O nurdan da âlemleri güç ve kudretimle yarattım"   demektedir.

 

      Maddeleri meydana getiren molekülleri parçalayıp atomlarına ayıralım. Atomlarını da parçaladığımızda proton, elektron, nötron gibi ışık zerrecikleri ve müthiş bır ısı açığa çıkmaktadır.  (E= mc²)

 

      Bu zerreciklerinde parçalanması halinde her birinde yok denecek boyuttaki kuant denen çok büyük, hatta sonsuz denebilecek kadar güçlü enerjili ışık zerrecikleri ortaya çıkmaktadır. Nükleer fizikçiler bu konuda çok büyük çalışmalar yapmaktadırlar.

 

      Allah cc,  "Zatımızda gizli bir hazine idik, bilinmekliğimizi istedik, insanı  yarattım"  demektedir.

     (Azimüşşan olduğu için çoğul olarak kelimeleri kullanmış.  Yanlış anlaşılmaması için şöyle tercüme edelim, "Ben gizli bir hazine idim, bilinmeyi istedim, insanı yarattım.")

 

 Yaratmağa karar verdiğinde Rabbil âlemîn, evvelâ gayesi olan nihai ürünün modelini, insanı (ruhu) yarattı diye düşünebiliriz. (Allâhu A'lem)

     İnsanın vazifesinin en önemlisi ne imiş?  "Rabbini bilmek" değil mi?

 

      Allah c c,  "Ben ins ve cins'i bana ibadet etsinler diye yarattım"  demektedir.

 

      İbadetlerimiz insanın Rabbini bilerek zikretmesi, ve O'na şükr etmesi, teşekkür etmesi demek değil mi?

      Düşünelim; birisi bize bir çay ikram etse, ve kendisine teşekkür etmesek kabalık ve nankörlük etmiş oluruz değil mi?

      Her şeyi, bilinen bilinmeyen her varlığı, insanın hizmetine veren ve onu eşref-i mahlûk olarak vasıflandıran  Allahımıza şükr etmeyi, teşekkür etmeyi beceremezsek ne kadar aşşağılık bir dereceye ineriz! Değil mi?  Aman böyle bir gafletten Rabbim bizleri korusun. (Esfele safilin derecesi)

      Değerli insanlar, inançlar iki aşamalıdır.  Birinci aşaması taklidi imandır. İkinci aşaması aklını kullanarak, inceleyerek insanların vardığı iman durumudur ki buna da tahkiki iman denir.

      Taklidi iman ile din öğrenilir.  Tahkiki iman ile olgunlaşır.   "Taklidi imandan, tahkiki imana geçmek her mümin ve mümine için farzdır"  diye uyarılmaktayız.

       Kur'an-ı kerimde "aklımızı kullanmamız ve tefekkür etmemiz gerektiği hususu" çokça ikaz edilmekte ve emr edilmektedir.

      Zaten, inançlarımızın tam olabilmesi için, Akıl – Fikir – Zikir – Şükür sırası ile her varlığı ve her olguyu düşünüp değerlendirmemiz bizlerden isteniyor.

   Yâni;

  • İnsanlar gördüğü şeylerin neler olduğunu anlayacak.
  • Sonra o anladığı şeyleri idrak edecek.
  • Sonra o eserlerin sahibi, bir yapanı ve varlık aleminde tutanı olduğunu anlayıp, yaradanını zikr edecek.
  • Sonra da kendisine bunları ikram edene şükredecek.

   Ve böylece ilâhi san'atı her baktığı şeyde görerek tekrar tekrar akıl-fikir-zikir-şükür merdivenlerinden çıkarak olgunlaşacak, huzura kavuşacak ve mânevi alanda yükselecektir.  

 

      Yetmişbin basamaklı bu merdivenlerden bir ömür boyu acaba kaçıncı basamağa kadar çıkabilmeyi başaracağız.

 

Değerli çocuklar ;

 

Biz daha evvel Cennet'te oturuyorduk.

Çok itibar görüyorduk. Çok zengindik.

"Bir tek sabır sorusu" ile imtihan edildik.

Sabredemedik. Beceremedik. Âsi olduk.

Dünyaya indirildik. Hadi çalışın kazanın.

"Çalışmadan yemek yok, rahat yok" size dendi.

"Sabır ve söz tutma" imtihanı soruları çoğaltıldı. 

Geçer not alanlar tekrar Cennete çıkacak.

Sınıfta kalana bütünleme sınavı şansı verilmeyecek. Doğru cehenneme sürülecekler.

Orada kaç yıllık cezası varsa onu çekecek.

Hüküm kesinleştikten sonra af yasası çıkmıyor.

    Aklını kullan ve istediğin yere git. Serbestsin.

    İster Cennete, ister cehenneme git.

           Tam anlamıyla özgürsün.

 

 

 

 

Değerli kardeşlerimiz; 

 

       Toplumumuzun güzel bir adeti var.  Bazen sevinçlerimizi, bazen kederlerimizi paylaşabilmek için toplanıp, “Mevlid-i Şerif ve Kur’an-ı Kerim” okutturup “dualar” yaparız. Gelen misafirlerimize gülsuyu serperek, özel bir şekilde paketlettiğimiz mevlid şekerinden veririz.  Bazen yemek te ikram ederiz.

 

      Bir kaç gün sonra o toplantıyı unuturuz. 

 

      Bazen de seçtiğimiz bir kitabın arka kapağının içine duamızla ilgili «olayı, tarihi ve ismimizi» yazarak misafirlerimize dağıtırız. Böylece hediye kitabımız uzun yıllar bazen duaya, bazen de o anın yaşanmasına vesile olur.

 

 

 

 

 

       Sitemizde tam metnini verdiğimiz “MEVLİD-İ ŞERİF’in Açıklaması ve Şiirsel Anlatımlar” adlı cep kitapçığımız (9,5cm X 13,5cm X 0,6cm) dan bir mevlid cemaatine 300 adet dağıtarak denedik.  Çok ilginç ve değerli bulduklarını söylediler.

 

       Yapacağınız mevlid okumanız ve duanızda, misafirlerinize bu kitabımızdan dağıtmayı düşünürseniz, anlamlı ve değerli bir armağan vermiş olacaksınız.

 

      İki (2) YTl olan satış fiatımızdan talep miktarına göre indirim yaparak, kargoyla kitapları adresinize gönderebiliriz.

 

Bismillâhirrahmanirrahîm

Kitap olarak basmayı henüz düşünmediğim Bu bölümün Önsözü (Bu bölümüdeki yazılar, kaynak göstererek alıntı yapılabilir.)

Ömrümün sonbaharını yaşadığım bu günlerde, edindiğim bazı birikimleri gelecek nesillere aktarmayı düşündüm.
Bir büyüğümüzün şu sözü ne kadar da haklı imiş. «Tandır tava geldi, hamur tükendi. Akıl başa geldi, Ömür tükendi.»
Rabbimizin insan oğluna büyük bir nîmet olarak verdiği okuma – yazma becerisi, bilgilerin gelecek kuşaklara aktarılmasını ve insanların sürekli gelişmelerini sağlamaktadır.

Hayatta hiçbir bilgi çok kolay elde edilemiyor. Bilgiye sahip olabilmek için, evvelâ uygun bir alt yapının sahibi olabilmek gerekli. Önemli bir gözlemim de, insanların bilgileri sadece gerekli kullanımlar için edindikleri, işin düşünce ve tefekkür boyutuna çok az değer verdikleri hususudur.

Konfiçyüs'ün, okul çağlarımda öğrendiğim, değerinden hiç kaybetmeyecek olan şu sözünü dikkatlerinize sunarım. «Öğrenmeden düşünmek tehlikeli, düşünmeden öğrenmek faydasızdır.» Bu konuda büyük islâm düşünürlerinden ibn Rüşt (1126-1198) «Ene tefekkerun ve ene mevcude» demiş, 17. yüzyılda Descartes bunu, «madem ki düşünüyorum, varım» diye tercüme etmiş ve bu sözler bilim tarihindeki yerlerine oturmuştur.

Bu bölümde, iddiasız olarak kendi düşüncelerimle biçimlendirdiğim olayları ve yaşamımdan kesitleri sizlere sunmak istiyorum. Eğer okuyanlara bir faydam olabilirse sevinirim.
Erdinç Babacan

 

1 - Abdest konusunda ilginç bir gözlem ...

Dinimizin emirlerinin hikmetlerini, sebeplerini ve faydalarını çoğunlukla tam olarak bilemeyiz. Şunu iyi biliyoruz ki dinimizin emirleri mutlaka bizlerin menfaatinedir. Bizler için o emirlerde pek çok faydalar vardır. Bizlere düşen görev dinimizin emirlerini aynen uygulamaktır.

Meselâ şu şekilde abdest alın. Su yoksa şu şekilde teyemmüm edin diye emrediliyor.

Hikmetinin birazını olsun anlayabilecek kadar eğitimimiz, bilgimiz yok ise kendi bilgilerimize göre bunları değerlendirmeğe kalkarız. O zaman değerlendirmemize şeytan karışır ve bize yanlış değerlendirmeler yaptırır. Sonuçta kaybeden biz oluruz.

Abdest alırken, vücudumuzun açık ve en çok kirlenen yerlerini yıkayarak temizlemiş oluruz. Doğru. Peki, teyemmümde neyi temizliyoruz, farkında mıyız?

Statik elektrik hakkında kısa bir bilgi verelim. Naylon kazağımızı veya gömleğimizi çıkarırken, çıtırtı sesi duyarız. Hatta karanlıkta çıkarırken o çıtırtıların ışık verdiklerini görürüz değil mi? İşte o ışımalar birikmiş statik elektriğin diğer değdiği yerlere boşalmasıdır.

Kavgalı hırslı ve tartışmalı ortamlarda havanın elektriklendiğini söyleriz. Doğrudur. Hatta hırslanıp, bağırıp çağıran adamların yüzlerinin kızardığını ve kontrolsüz davranışlara girdiklerini de hepimiz biliriz.

Meşhur bir ata sözümüz var “Hırs gelir yüz kızarır, hırs gider yüz kararır”

Biliyorsunuz, büyüklerimizin öğüdü, “Çok hırslandığınız zaman gidip bir abdest alın. Sonra kavganıza devam edin” dir. Çünkü abdest alınca sinirlerimiz iyice yatışır ve bizde aklımızı kullanarak davamızı savunmağa başlarız.

Bilhassa hareket halindeki cisimlerin uç noktalarında statik elektrik birikmesi olur. Bizim vücudumuzun uç noktaları neresidir? «Başımızın tepesi, Burnumuz, Kulaklarımız, çenemiz, hatta boynumuz ile Kollarımızın uca yakın kısımları, ayaklarımızın bilekten sonrası» oluyor değil mi?

Dikkat edersek vücudumuzda statik elektrik birikmiş olan bölgeleri yıkayarak;

Oralarda biriken elektriği suya vermiş oluyoruz.

Teyemmüm yaptığımızda ise toprağa veriyoruz.

Teyemmümdeki yaptığımız işe dikkatli bakarsak, ellerimizi "statik elektriği boşaltmağa uygun bir zemine" vuruyoruz. Uzuvlarımızı sıvazlayıp, ellerimize yüklediğimiz statik elektriği tekrar o zemine vurarak boşaltıyoruz. Ve böylece imkan nisbetinde statik elektrik boşaltılmasını sağlıyoruz.

Bir arkadaşımızın yazıhanesinde, kablonun üzerine yaklaştırıldığında kabloda elektrik varsa ucundaki minik neon lambası yanmaya başlayan «Elektroskop marka pille çalışan faz kontrol kalemi» denen tükenmez kalem görüntüsünde, plastikten basit bir alet gördüm. Abdestsizken, “Abdest alırken yıkadığımız uzuvlarımıza” dokundurduğumuzda lambası yanıyordu. Abdest aldıktan sonra aynı yerlere dokundurduğumuzda yanmadığını gördüm.

Konuyu elektrik ve elektronikle meslek olarak veya amatör olarak ilgilenenlerin ilgisine sunuyorum. Hem düşündürücü ve hem de eğlenceli bir deney oluyor.

Konuyu uygulayarak, “görenlerin dikkatlerini” (tefekküre) düşünebilmeye de çekebilirsiniz. Statik elektriğin bilinmesi her halde yakın çağımızın işi olsa gerek.

Allah cc «Zatımızda gizli bir hazine idik, bilinmekliğimizi istedik, insanı yarattım» demektedir.
Allah cc, aklımızı “kendisini bilebilmemiz için” bize verdiğini söylüyor. Rabbimizi bilebilmemiz için her türlü yaratmasındaki ince ve harikulâde san'atını görmemizi bizlerden istiyor. Bize akledin, fikredin, zikredin, şükredin diyor. O zaman bizleri hayal edebilmemizin dahi imkansız olduğu mükafatlarla ebedi cennetlerine koyacağını söylüyor. Bilerek gayret edebilenlerimize müjdeler olsun.

 

2 - Ezan, Türkçe Ezan ve Ezanın anlamı hk.

Ezanda geçen kelimeler:
Allah lâ ilâhe
Resûl İllellah
Muhammed Hayye ale's - l
Ekber Salâh
Eşhedü enlâ - enne Felâh

Toplamı on adet kelime, (sözcük diyelim)
Bu kelimelerden (Allah-Resûl-Muhammed) üç adedinin anlamlarını bilmeyenler bizi ilgilendirmez. Onlara herhangi bir söz söylemek gereksiz olur.
Geriye 7 sözcük kalıyor. Günde beş defa dinlediği 7 adet sözcüğün anlamını yıllarca dinleyipte öğrenemeyecek kadar akıldan yoksun olanlar hiç üzülmesinler. Allah cc akıl vermediği insanları mükellef (sorumlu) tutmuyor. Yani akılsızlar cehennemden muaftırlar.
Ana dilinden başka dilleri bile bülbül gibi konuşanlar 7 adet sözcüğü öğrenemedim diye lütfen kendilerini kandırmasınlar.

Ezandan şunları anlamalıyız;
Kendisinden başka ilâh olmadığına bilenlerce tanıklık edilmekte olan, Allah çok büyüktür.
Muhammet de şüphesiz Allah'ın elçisidir.
Sizleri namaz kılmaya dünya ve ahirette mutlu olmanız için çağırıyorum.
Biliniz ki Allah büyüktür ve ondan başka ilâh yoktur. [Sabah ezanında, (uykunuz tatlı amma) namaz uykudan hayırlıdır] cümlesi ile ayrıca uyarılmaktayız.

 

3 - Değerli arkadaşlar;

Bugün , zaman , takvim , dünya hayatımızda yaşadığımız vakit , yaşadığımız yıllar hk.biraz düşünelim mi? ( 7 kasım 2003 için hazırlanmıştır.)
"Bugün hangi yılın, hangi ayının, hangi günündeyiz" diye sorsam :
Çoğumuz, "7 Kasım 2003 Cuma" deriz. "12 ramazan 1424 cuma" da denebilir. Veya 25 teşrin-i evvel 1419 cuma" da diyebiliriz. Acaba bu ifadelerin hepsini tam doğru olarak kabul edebilirmiyiz? Hem evet - Hem hayır. Konuyu anlayabilmek için zamanın ne olduğuna, nasıl olduğuna çok kısa bir göz atalım. Ansiklopedik bilgi olarak takvimlerin başlangıçları hakkında şu bilgilere rastlıyoruz.
Meselâ : Adem A.S. dünyaya indirildikten sonraki günlerini saysa ve bu sayma işlemi nesiller boyunca devam etse idi çok eski bir takvimimiz olacaktı. Muhtemelen bu sayma işlemi uzun yıllar yapılmıştırda. Sonraları sayı kayboldu. Pekii ; Dünyamızın var olduğu, yaratıldığı günden sayılsaydı, denebilir. O ise bizim haddimize değildir. Peki nedir takvimler? Takvimler bizlerin yaşadığımız zamanların bir bölümünü belirtmeye yarayan, herkesçe kabul edilen bir sayıdır denebilir.
Eski Msır'da İsa A.S. dan 5000 veya 3000 yıl evvel bir takvim denemesi yapılmış. Gökyüzünün en parlak yıldızı olan Sirius yıldızının iki doğuşu arasındaki zamana bir yıl demişler.
Bu süre 365 gün olarak kabul edilmiş. Babil'liler ve eski Yunanlılar da ay takvimini kullanmışlar. Böylece yılı 12 ay , her ayı da yirmidokuzbuçuk gün sayıp yılı 354 gün olarak kullanmışlar. Mevsimleri aynı zamanlara getirmek için de Babilliler her üç yılda, araya bir ay, Yunanlılarsa her sekiz yılda araya üç ay eklemişler. Takvimlerini doğrultmağa çalışmışlar.
İsa A.S. mın doğumundan 45 yıl evvel Roma imparatoru Julius Sezar, güneş takvimini biraz daha doğrultmuş, her dört yılda bir şubat ayına bir gün ekletmişti.
Biz bugün bir güneş yılının 365 gün, 5 saat, 48 dakika, 46 saniye olduğunu biliyoruz.
Halen, 365 günden artan bu 5 saat, 48 dakika 46 saniyeyi 6 saat olarak kabul ederek, 4 yılda bu artık zamanı 24 saat sayarak, dört yılda bir şubat ayına bir gün eklemekteyiz.
Şubat ayı döt yılda bir 29 gün olarak takvimlerimize konulmaktadır. Ancak artık zaman tam altı saat değildir.
Yani kullandığımız takvimdeki yıllık hatamız, 11 dakika 14 saniyedir. Papa sekizinci Gregorius 4 ekim 1582 de bu 11 dakika 14 saniyelik farkla meydana gelen kaymayı düzeltmek için takvimlerden 10 gün sildi. 4 ekim 1582 nin ertesi gününe 15 ekim 1582 dendi. Bu takvime Gregoryan takvimi denmektedir. Biz de 1926 da bu takvimi kabul ettik. Bu hesaba göre şu an kullandığımız takvimde üç gün oniki saatlik bir fazlalık birikti. İlerki yüzyıllardan birinde silerler herhalde.
Rumi takvim Gregoryan takvimi ile aynıdır. Tek farkı başlangıç yılının 584 milâdi yıl oluşudur.
Kameri hicri takvim ise, ayın hareketlerine göre hesaplanan ve başlangıcı peygamberimizin Mekke'den Medineye hicreti olan 20 eylül 622 kabul edilen takvimdir.
Şems'i hicri takvim ise, başlangıcı gene 20 eylül 622 kabul edilen takvimdir. Diğer güneş takvimleri ile aynıdır. 365 gün 5 saat 48 dakika 46 saniye bir yılıdır.
DİKKATİNİZİ ÇEKTİ Mİ ACABA : Ay takvimi buçuklu, küsurlu. Güneş takvimide buçuklu, küsurlu. İkisi de tam değil. Amma biz biliyoruz ki kâinattaki sistemlerin, yıldızların herhangi birinde yılda bir saniyelik hata olsa idi, yıldızların hepsi birbirine çarpar dağılırdı. Demekki tek doğru zaman hesabı Rabbimizin indinde olan zaman hesabıdır. Rabbimiz zamanı ve mekânı yaratmıştır. Bilen sadece O'dur. Biz tam bilemeyiz.
Bu konuya girmemiz, ibadetlerimizde uymamız emredilen ay takvimine, konuyu derinliğine anlayamamış olan bazı kardeşlerimizin şüpheyle bakmalarındaki hareket noktalarının yanlışlığına işaret içindir. Rabbimizin her emrinin bütün hikmetlerini kavramağa bizim aklımız yetmeyebilir. Bizler Allah c.c. nin emirlerinin doğru olduğunu tereddütsüz kabul edip uygulamağa çalışmakla görevliyiz.
DEĞİŞİK düşünürsek : Biz şimdi Ramazan orucunu Ekim / Kasım aylarında tutuyoruz. Gündüzler kısa, havalar serin. Terlemiyor, acıkmıyor, susamıyoruz. Yani çok rahat oruç tutuyoruz. Dünyamızın kuzey yarıküresinde kırkikinci enlemdeki bütün ülkelerde bizim gibi oruç tutuluyor. 10 saat 29 dakika gündüzümüz var. 13 saat 31 dakikada gecemiz. Ya şu anda dünyanın güney yarıküresindeki kırkikinci enlemde yaşayan müslümanlar nasıl günlerde oruç tutuyorlar. Şimdi oralar yaz günlerini yaşıyorlar. Aşırı sıcaklarla başbaşalar. Gündüzleri 13 saat 31 dakika sürüyor. Geceleri ise 10 saat 29 dakika. Rabbil alemin dünyanın her yanındaki kullarına, her zaman ve her mevsimde oruç tutabilme, bayramlarını yapabilme, hacclarını yapabilme imkânlarını veriyor. Her mevsimde yiyeceklerimizin farklı olduğunu da göz önünde tutalım.
Pekii : "Ay takvimi yanlıştır" diyebilirmiyiz. Diyemeyiz. Güneş takvimi de Samanyolu takvimine göre yanlıştır. Güneş Samanyolu sisteminin merkezi etrafındaki bir dönüşünü 250 milyon yılda tamamlıyor. Yani güneşin sistem içindeki bir yılı, bizim ikiyüzelli milyon yılımız ediyor. Samanyolu takvimi de diğer galaksilere göre hesaplanabilecek takvimlere göre yanlıştır. Tek sabit dayanağı bulmağa kadar uğraşılması gerekli ki Orada ancak Rabbilalemin vardır. Zaten sadece kâinata göre hesap yapmağa kalkarsak hem başaramayız, hemde katriliyon kere, katriliyon kere, katriliyonları yazıp anlamamız gerekir ki bu bizim beynimiz için imkânsızdır.

 

4 - Kur'an-ı Kerîm "yaşam rehberi" dir.

Kullanım klavuzu olmadan teknolojik bir cihazın ne kadarını, ve ne kadar doğru olarak kullanabiliriz? Hatta o cihazı kullanabilir miyiz? Her teknolojik ürünü mutlaka kullanım klavuzu ile beraber satıyorlar. İnsan denen harika yaratığın klavuzu da, insanı yaratanın gönderdiği kitap ve kitabı kullanmasını öğreten peygamberler değil mi?

Dini ve yaradılışı kavramanın ana kaidesi, kuralı bilmektir değil mi? Bir öğretenden öğrenmeyen, Okuma yazma da bilmeyen bir kişi okuyamadığı kullanma klavuzundan, broşüründen ne kadar faydalanabilir ki! Okuma yazma bilipte, kullanma klavuzlarını okumadan çöpe atan ve o cihazı kullanmağa kalkışanın, okuma yazma bilmeyenden ne farkı kalır?

Meslek sahibi eğitimli, yüksek eğitimli arkadaşlara sesleniyorum; "Lütfen mesleki bilgilerinizle, ilminizle dininizi tanıyarak" inancınızı kuvvetlendiriniz. Size <o imkânı veren ve ilmi yapmanızı sağlayan> sonra size çok müthiş hesaplar sorabilir.

Hamileliğin altıncı haftasında cenine can veriliyor. Cenin, o güne kadar kendine özel canı olmayan, annenin vücudundaki bir çiğnemlik et durumundadır. Yâni sizi siz yapan ruhunuzun, şu andaki bedende olması yönünden, anne ve babanızın hiçbir rolü yoktur. Anne ve Babanız sadece maddi varlığınızın oluşmasında, o da çok çok az bir düzeyde role sahiptirler.

Anne ve babalarına isyan edenler, aslında kime isyan ettiklerini farkındalar mı?

 

5 - Değerli gençler, (11 aralık 2007)

Her insanın, Dünyaya gelmesinde bir amaç ve ulaşılması gereken bir hedefi kaideten vardır. Hedefsiz bir insan, Okyanusun ortasındaki dümensiz bir gemiye benzer.
Herkes, yaşının ve imkânlarının ölçüsünde yakın ve uzak hedeflerine yönelmelidir.
* Susayan kimsenin ilk hedefi, bir bardak su içmektir.
* Acıkanın hedefi birşeyler yiyerek açlığını gidermesidir.
* İhtiyaçları aile ocağında karşılananların ikinci hedefi, kendi ihtiyaçlarını kendileri karşılayabilecek hâle gelmektir.
* Öğrencinin hedefi, yakın gelecekteki hayatını bilinçli bir şekilde yaşayabilmek için gerekli bilgileri edinerek fikri sermayesini
çoğaltmaktır. Çünkü; ilerde kendisine sağlayacağı maddi sermayesini, ve de mevcut sermayesini koruyabileceği silâhı aklı ve fikri gücüdür.
* İnsan yuva kuracaktır. Kendisini yetiştiren ailesini örnek alacaktır.
* Yaşadığı toplumun bir parçası olacak ve Dünya hayatını tamamlayacaktır.

Şimdi ŞÖYLE SORALIM: Doğan - büyüyen - yaşayan ölen insanoğlunun hedefleri bitti mi?...
Eğer HEDEFLERİM BİTTİ diyor sa, sonsuz dayak yiyeceği bir hayatın kendisini beklediğini bilmelidir. Kendisine bu hayatı bahşeden kudret, Cennet ve cehennemi de yarattı.
Demek ki her insanın son hedefi cenneti kazanmaktır. Yoksa çok büyük, belki de sonsuz sıkıntılara girer.

Biraz da Meslek sahipleri olarak bizler ÖZELEŞTİRİ yapalım.
- "İki günü birbirine eşit olan ziyandadır" diyoruz. Acaba bizim günlerimiz değil de yıllarımız bile birbirine eşit olduğunda üzülüyor muyuz, kaygılanıyor muyuz?
- Meslek hayatımız ne kadar verimli geçiyor. Kaç kişiyi bilgi beceri ve eylem yönünden ilerletebildik?
- Kendimizi sorgulayıp, Neden biz de falanca velî gibi bir makama ulaşmanın çok uzağındayız dediğimiz oluyor mu? Yoksa bunu hiç mi düşünemedik?
* Eğer RESULULLAH İstanbulun fethini müslümanlara hedef olarak göstermese idi, bu gün İstanbulda kimler oturuyor olacaktı?
* Hele bir büyüyeyim, soğanın cücüğünü yiyeceğim diye kendisine bir hedef seçenin, elde edeceği şey hangi değerde olur?

Kısa bir öğüt olarak diyelim ki:
1 – Eğitim yaşlarımızda Dünya ve ahiret hedefimiz için zamanımız müsaitken Kur'an ve dini bilgileri de öğrenelim.
2 – Okullarımızda bizlere verilen bilgileri, kendimize mal etmeğe gayret edelim.
3 - "Hiç bilenler le bilmeyenler bir olur mu?" hükmünü hiç aklımızdan çıkarmayalım.
4 – Nasılki bir ağaç fidanken meyve vermeğe zorlanırsa verim alınamaz, İnsan da yaşının kendisine tanıdığı avantajları iyi anlayıp, neyi ne zaman yapacağını, neye ne zaman yöneleceğini bilemezse kaybedenlerden olur. Kışın yanlışlıkla çiçek açan bir meyve ağacı mutlaka aldanacaktır.

Değerli insanlar; herkes, «ömür su gibi akıp gidiyor» diyor. Akıp giden bu ömrün hakkını verelim. Akıp giden ömrümüzden, burada kullandıklarımızla yetinmeyip, sonsuzluk yurdunda kullanmak için de kaplarımızı, depolarımızı doldurmayı unutmayalım.

 

6 - Çalgıcı – Müzisyen – Kemancı – Usta kemancı – Viriyöz kemancı

Nikolai Pagannini büyük bir keman virtiyözü imiş. Kemanına öylesine hakimmiş ki bir konserinde, konser vermekte iken, kemanının bir teli kopmuş. Üstat hiç bir şey olmamışçasına çalmağa devam etmiş. Biraz sonra kendisi bir tel daha koparmış. Üstat yine konserine mükemmelen devam etmiş. Tek teli kaldığında bile devam ederek konserini tamamladığında salonda saatlerce alkışlanmış.
Marifet Pagannini'nin kemanında mı, yoksa kendisinde mi idi? Keman stradüvarius marka olsa bilmeyenin elinde nasıl sesler çıkarırdı?
Bazı kimseler, herkesi Pagannini zannetmek yanlışına düşüyorlar. Hele hele eğitimsiz acemi kemancıları, virtiöz kemancı sananlara ne dersiniz?

Musiki ve keman eğitimini okullarda vede özel kurslarda yasaklarsanız, alaylı kemancılardan virtiyöz çıkmasını bekleme gafletine düşersiniz. Kendi kendine birşeyler öğrenmeğe çalışanlarla da dalga geçer, onları aşağılamağa çalışırsanız, ne yaptığınızı acaba ne zaman fark edebileceksiniz.

Birileri, eğitimleri engellenen insanları basitlik ile suçlarken, kendileri neden aynaya bakmasını bilmezler?
Ölülerine bir yâsîn okutabilmek için, bileni arayıp zorla bulan muasır medeniler, işleri bitince o adamlarla alay etme hakkını ve ikiyüzlülüğünü içlerine nasıl sindirebilmektedirler?
İslâmiyete saldırırlarken, kullandıkları bazı cahil adamları örnek gösterirler. Be adam, kemanı eline alan insan kötü bir icracı ise stradivarüs marka kemanın ne kabahati var?
İslâmiyeti bilmeden kullananı örnek göstermekle ne demek istiyorsun?
Yani, kabahat islâmiyette mi, yoksa onu anlamayan ve anlamak ihtiyacını duymayan insanlarda mı? Kendiniz için, "kendi hükmünüzü" de lütfen düşünerek ve kendinize karşı samimi olarak, kendiniz veriniz.

7 - Kızım Dîdem'in ölümünün 40. günü mevlütünde 14/06/1999 da «mevlüt şekeriyle beraber dağıttığım, Pamuk yayıncılığın yasin ve dualar kitabına fotokopisini yapıştırdığım» yazım.

Esselâm-u aleykûm,
Güzel insanlar, Allah (c.c.) nin en güzel bir surette yarattığı mükemmel varlık olan insanlar, hoş geldiniz.
Allah (cc) güzeldir. Sonsuz ilim sahibidir.
Güllere, çiçeklere ibretle bakınız. Ne büyük bir ilâhi san'at eseridir. Rengiyle, kokusuyla, deseniyle formuyla San'atkârını bizlerin görme ve idraklerine sunuyor. Meyvelere, sebzelere, kuşlara yâni çevremize dikkatle bakalım. Göklere, yıldızlara, galaksilere bakalım. Sonsuz "güc, kudret, mükemmeliyet ve güzelliği" hemen fark ederiz.
Eğer güzellikleri fark edemiyor, bir çok varlığı "çirkin-noksan" görüyor isek; Bilin ki kusur bizimdir. Bakış açımızda, bilgimizde bir eksiklik, bir hata, bir yanılma vardır. Hemen "işin hikmetini anlamak için" ilme sarılalım.

Cebrail (A.S) mı, Rabbimiz , melekler içinde en güzel bir surette yaratmış ve kudret aynasında kendisini seyrettirmiş. Cebrail (AS) kendi güzelliğini görünce hemen (bir ahiret günü süren) iki rekât namaz kılıp yaradanına şükretmiş.

Ya biz ne yaptık? Kendimizi aynada seyredip te Yaradanımıza hiç şükredebildik mi ? ...
* Bize bu bedeni, bu güzelliği kim ikram etti ?
* Bu aklı bize kim verdi? (ki akıl en büyük hazinemizdir.)
* Bize uçsuz-bucaksız "his ve duygu sellerini" kim verdi?
* Her biri, biri birinden mükemmel uzuvlarımızı kim verdi ?
* Bize, bu sonsuz güzellikleri görecek gözleri, idraki kim verdi ?
* Gözümüzü biraz kapatırsak, bir an kulaklarımızın duymadığını düşünürsek, "Hangi teknolojik cihaz" bizim görmemizi sağlayabilir? Bize bir su sesini, kuş sesini, rüzgâr sesini, bir musikiyi kim hangi cihaz ile duyurabilir? Trilyonlar harcasak bile mümkün olabilir mi ?

Ya Rabbi! bize hakikatleri görecek, kâinat kitaplarını okuyabilecek göz, duyabilecek kulak, irdak edebilecek akıl ver.
Ey Rabbim, ey Sahibim, ey Yaratanım; Biz sana gereği gibi teşekkür edebilmekten aciziz. Becerebildiğimiz kadarını kabul buyur. Senin öğrettiğin şekilde "Elhamd-ü Lillâhi Rabbil alemin" diyerek teşekkürlerimizi sana sunuyoruz. Kabul eyle.

Allah (cc) insanların gayret göstermelerini, cehd etmelerini, çok çalışıp "iyi, örnek, ahlâklı, bilgili, güçlü, ilim sahibi" olmalarını istiyor. "Bir ömür" boyu kendimizi yenilemeliyiz. İki günü birbirine eşit olan ziyandadır. "Neden gününü boş geçirdin?" diye bizlere sorulacak. Mazeretimiz kabule şayan mı? Unutmayalım ki tembellik mazeret olarak kabul edilmiyor. Cehd ediniz, Azm ediniz. İlim öğrenmeniz büyük cihattır. Harpler küçük cihattır. İlim öğrenmeniz uzun yıllar büyük gayretlerle, bir çok güncel zevklerden fedakârlıklar edip zamanı iyi kullanabilmekle, bize zor gelen konuları bile inatla, sabır ve sebatla öğrenmeğe gayret etmekle oluyor: Unutmayalım ki "hiç bir gayret ve emek" karşılıksız kalmaz. Herkes emeklerinin karşılığını, ücretini mutlaka alır. Bu dünyada da alır, Sonrasında da kat kat alır.
Eğer biz "iyiye, güzele, ilme , ahlâka" talip olursak yaradanımız bizi daha çok sever.

İnsanlar, "İlâhi bir duyguyla iç güdüyle" sevdiklerine daima ikramda bulunurlar. Tebessüm bile ikramdır. Güzel bir söz, bir selâm, ikramdır. Eğer elimizde bir şey varsa, ondan, sevdiklerimize ikram ederiz. Değil mi? Sonsuz güc ve kudretin sahibi olan, Gani olan, çok zengin olan, her varlığın sahibi olan Rabbim bir kulunu severse; ona vereceği ikramın büyüklüğünü ömür boyu düşünsek bile idrak edemeyiz.
Ne mutlu ! Rabbine dost olan AKILLI insanlara...

Ey Rabbimin en güzel surette, "Ahsen'i takvim" de yarattığı insanlar: Allahın selâmı, ihsanı, bereketi üzerinize olsun. Çokca faydalanasınız.
Rabbim bizlere Dünyadada, ahirettede iyilikler versin. Cennetlerine koysun. Cennetlerde buluşup görüşebilmeyi hepimize nasip etsin. Amin .
Babası Erdinç Babacan.

 

1955-56 öğrenim yılında Beyoğlu Ticaret Lisesinde, Coğrafya öğretmenimiz, sayın Sadi Arseven beyin anlattığı, unutamadığım fıkralarından birini sizlere de sunmak istedim.

9 - "DEVENİN AFFETMEDİĞİ HAKKI"

Nakliyeciliğin hayvanlarla yapıldığı, motorlu araçların icadından evvelki bir zamanda, delikanlı biriktirebildiği parayla genç bir deve satın almış. Şehir içi ufak tefek nakliyelerle işe başlamış. Gayret etmiş, düzgün çalışmış, çok çalışmış. Develerinin sayılarını çoğaltmağa başlamış. Gün olmuş, koca bir kervanın sahibi olan tanınmış bir nakliyeci olmuş.
35 yıl evvel Ilk defa işe başladığı devesi bir gün hastalanmış. Adam ne kadar ilâç biliyorsa devesine kullanmış. Ancak bakmış ki devesine ilâçların bir faydası olmuyor. Belli ki hayvancağızın ömrü bitmek üzere.
Yerde yatmakta olan devesinin baş ucuna oturmuş. İlk işe başladığı sıkıntılı günlerini, gençlik yıllarını, durup dinlenmeden çalıştıklarını düşünmeye başlamış. Hayatı film şeridi gibi gözünün önünden geçerken çok hislenmiş.
Gözlerinden yaşlar akarken kendi kendine söylenmeye başlamış; "Ey devem, sen benim ilk sevdamsın. Seninle yıllardır çalıştım. Fakirdim, gün oldu seni doyuramadım. Gün oldu sırtına fazla yükler yükledim, hatta o yüklerin üstüne de bindim. Aç susuz yollarda gittiğimiz oldu. Şimdi görüyorum ki ayrılık zamanımız geldi. Acaba sen bana hakkını helal edebilecek misin? Seninle yaptığım işlerden kazandığım paralarla koca bir kervanın sahibi oldum."
Derken deve Allah cc. izniyle dile gelmiş ve şöyle söylemiş. "Ey sahibim; Allah seni insan, beni de deve olarak yarattı. Beni senin hizmetine verdi. Evet dediklerin doğru. Ancak demediklerin de var. Gün oldu, beni en iyi şekilde yedirdin içirdin. Beni kendi ellerinle yıkadın, tımar ettin. Beni tehlikelerden korudun. En güzel yerlerde yatırdın. Beni sevdin, okşadın. İlk yıllarda çektiğim eziyetleri unuttum bile. Develik hali idi. Ben senden o durumlar için bir hak istemiyorum ve hakkımı helâl ettim bile. Ancak bir hakkım var ki onu asla helâl etmeyeceğim «yıllar yılı benim önüme o eşeği neden geçirdin !!!...???».

(Belki gençlerimiz anımsayamayabilirler. Deve kervanlarının en önüne bir eşek yürütülür. Öndeki devenin yuları eşeğin semerine bağlanır. Diğer develerin yularları da birbirlerine bağlanır. Kervanlar o şekilde yola koyulurlar.)

Bu hikâyeyi 50 yıldır anımsarken, eşref-i mahlûk olarak yaradılanlardan biri olduğum aklıma geldiğinde, «hayat kervanında bir deve olmayı kabul ettikten sonra, önündeki eşeklere tahammül etmemenin ne anlamı olur» diye çokçana düşünmüşümdür. Devenin affedemediği durumu acaba bizler fark edebildik mi. Kervanda bir deve olmayı marifet sayanların, önlerinden gidene zaten herhangi bir itirazının, siteminin olması çok anlamsız olurdu.

 

"Rahmetli Babam'dan çocukluğumda dinlediğim bir fıkra"

10 - KAHVE GETİREN AKILLI KEDİ;

Hükümdara bir kedinin terbiyecisi ve kedisi anlatılmış;
Kedi kendisine söylenenleri anlıyor ve yapmasını istedikleri şeyleri de yapıyormuş. Hatta iki fincan kahveyi küçük ufak bir tepside ön ayakları ile tutup, arka ayaklarının üzerinde yürüyerek dökmeden mutfaktan getirip ikram ediyormuş.
Hükümdar bu kediyi merak etmeye başlamış. Ve bir kış günü sarayına çağırtıp olayı görmek istemiş.
Sarayın salonunda Hükümdarın huzuruna adam ve kedisi getirilmiş.
Hükümdar adama;
-"kedinin marifetlerini göster demiş."
Adam,
- "Siz emrediniz, söyleyiniz kedinin anlayıp yaptığını göreceksiniz" demiş.
Hükümdar kediye;
* - "Halının ortasında üç takla at" demiş. Kedi denileni yapmış.
* - "Koşarak halının çevresini iki defa dolaş" demiş. Kedi denileni yapmış.
* - "Çık pencere içine ve yat " demiş. vs. Ne derse kedi aynen yapıyormuş.
Sıra en önemli sınava gelmiş, mutfakta pişirilen ve küçük bir tepsiye yerleştirilen iki fincan kahve için;
* - "Kahveyi mutfaktan al bize getir demiş".
* Kedi mutfağa koşmuş. Tepsiyi ön ayakları ile tutup, iki arka ayağı üzerinde insan gibi doğrulup, tıpış tıpış yürüyerek halının ortasına kadar geldiğinde, hükümdar yanındaki küçük tahta kutunun kapağını açar açmaz içindekini halının üzerine atmış. Kedi fareyi görünce tepsiyi salonun ortasında yere çalıp, fareyi yakalayıp halının üzerinde yemeye başlamış.

Parayı gördüğünde her türlü insani ve dini değerleri bir tarafa itip paranın üzerine çullananların bu kediden ne üstünlükleri olabilir ki? ...

 

11 - İslâmi kimliğini aldatmak için kullanarak, ancak münafıkların yapabileceklerini yaparak beni zarara uğratan ve sıkıntıya sokan adama duam....

İbrahim B..... ,
1984 evvelinde üç ayrı zamanda, üç ayrı kişiye beddua ettim.
*Birine beddua ettiğimde Remzi G..... yanımdaydı. "Ya Rabbi ibretlik eyle" dedim. İbretlik olduğunu Remzi de gördü. Sana anlatabilir.
*Öbürüne, "İşinden, eşinden, aşından hayır görmeyesin" dedim. Üç ay kadar sonra ortağını öldürdü. İdamla yargılanıp hüküm giydi. İş dağıldı. Eş nerede, Aş nerede kaldı?
Sonra Ya Rabbi bir daha beddua etmeyeceğim, tövbe dedim.
Ancak bu senden maddi manevi haklarımı istememe engel değil.
*Sürmeneli olduğuna göre, (ben de Akçaabatlıyım) Trabzon hurmasını iyi tanırsın. Ağacın üzerinde yetişmiş, koparılmağa hazır görünen ham hurma ısıranın ağzını, boğazını nasıl burar. Halbu ki o hurmanın olmuşu, belki de dünyanın en güzel, tatlı ve lezzetli meyvesidir.
** Taklidi iman ham hurmadır. Tahkiki-hakiki iman ise doyumsuz lezzetli olur. Allah seni hamlıktan kurtarıp tahkiki iman sahibi yapsın. O zaman bana verdiğin sıkıntıyı ve hareketlerinin ne olduğunu idrak edesin ve için yansın.
*** Hayatın boyunca, Sen ölene kadar Annen Baban ve geçmişlerin için dua edip bağışlarken, bana ve benim geçmişlerime de duanı bağışlamazsan Rabbim senin hiçbir duanı kabul etmeyip, hepsini senin yüzüne çarpsın.
**** Eğer hafife alırsan, bu dua borcun varislerine de kalsın.
Allah cc sana sağlıklı uzun ömür ve inançlı yaşamayı nasip etsin. Bana da kendine de, temasta bulunduğun insanlara da zararın değil, faydan olsun.
(Sana süre verip, gelmezsen bedduamı kabul etmiş olacaksın diye @ mail attım. Telefonla da söyledim. Sen beddua edilmesini zımnen kabul ettin. Haklarımı hafife aldın. Üstüne yattığın paranın ve diğer haklarımın sana kâr kaldığını sandın. Benim vekilim Allah c.c.dir. İlâhiyat mezunuymuşsun! Hadi davanı kazan bakalım. Bu mesajım sondur. Haydi kolay olsun 17/01/2008 perşembe saat 16.49 )

 

12 - Değerli arkadaşlar, 23 nisan 2008, Kurtköy

Trabzon hurmasını hepiniz biliyor olmalısınız. Hani şu portakal büyüklüğünde, açık turuncu renkteki meyveyi konuşalım istedim... Sonbaharda ağacının üzerinde meyveleri tam büyüklüklerini ve renklerini alır. O zaman ağacın herkesin ilgisini çeken çok güzel ve alımlı duruşunu gıpta ile seyrederiz, değil mi? Ağaç o meyvelerini yetiştirmiş olmanın heyecanını ve gururunu keşke duyabilmiş olsa idi. Bizler biliyoruz ki türlü türlü nebatatın, renkleri, kokuları, meyveleri, çiçekleri hakkında ilâhi proğramları dışında bir anlayışları yoktur. Bütün o güzellikler Allah cc nin biz akıl ve irade sahibi kullarına ikramıdır. Anlayabilen salih kullarına ne mutlu!...

Bu Trabzon hurmasını ilk defa yemek isteyen biri, olgun meyve görüntüsüne aldanıp, yanlışlıkla henüz olmamış bir hurmayı ısırır sa, o kişiye yıllar yılı bir daha hurmayı zor tattırırsınız. Halbuki o meyvenin olmuşu, fevkalâde güzel, lezzetli ve tatlıdır.
Hurma ağacı, meyvesini büyütüp, son olgunluk derecesine kadar getirir. Henüz yenmeye hazır halde değildir. Bizler meyveleri kopardıktan sonra bir süre bekletiriz. O ağzı buran, sevimsiz lezzetteki meyve dururken olgunlaşır ve belki de dünyanın en tatlı, sevimli meyvesi haline gelir.

Konfiçyüs, «Öğrenmeden düşünmek tehlikeli, düşünmeden öğrenmek faydasızdır» demekle, eğitimin ana kaidesini, olgunlaşması şartını yüzlerce yıl evvelinden insanlığın idrakine sunmuştur. Yarım yamalak bilgileriyle, doğru dürüst bir şekilde konu hakkında bilgisi olmayan kişilerin, o konuyu bütün boyutları ile düşünmeye kalkması, çok tehlikeli ve yanlış sonuçlara varmasını sağlar. Konunun durumuna göre kişi aklını dahi kaybedebilir.

«Düşünmeden öğrenmek faydasızdır» derken, "acaba bizler bu konuda hangi konumdayız" diye bir öz eleştiri yapabiliyor muyuz?
Meselâ:
* Tavasında balık kızartmakta olan hanım efendi, yaptığı işin ne olduğunu düşünerek mi yapıyor? Yoksa sadece annesinden gördüğünü düşünmeden mi yapıyor? Yani bilgisini kendisine mal etmiş mi, etmemiş mi? Yeni bilgiler ve tecrübeler edinmeye gayret etmiş mi, etmemiş mi? Yaptığı işin ne kadar sıhhi olduğunu veya olmadığını farkında mı, farkında değil mi?
* Yüksek öğrenim yapmış birisi, düşünmeden öğrenerek, yani ezbercilikle mi sınıflarını geçip diplomasını almış, yoksa ne yaptığını bilerek, düşünerek öğrenip te mi diplomasını almış. Meşhur siyaset bilimci Jon Stuart Mil "Küçük adamlarla büyük işler başarılamaz" derken kastettiği küçük adamların kimler olabileceğini düşündük mü?
* Sadece diploma ile bir ünvan sahibi olabilmek için okul bitirenin, tatbiki hayatta ait olduğu toplumlara ne kadar büyük zararlar verdiğini zaman zaman hepimiz fark etmişizdir. İşinin ehli zannettiğimiz öyle diploma sahipleri bizleri ne büyük yanlışlara sürükleyebilirler değil mi? Bu kişi ister bir kimya mühendisi, veya bir tıp doktoru, veya bir iktisatçı, veya bir hukukçu, veya bir ziraat mühendisi, veya bir öğretmen vesaire olsun. Bunların ünvanlarının başında birde doçent, proff vesaire varsa yandık gitti demektir. Bildiğini zannedip bir defa teslim olmaya görelim, netice çoğunlukla hüsran olacaktır.
* Bizim eğitimli dediğimiz kişiler, okulunu bitirdikten sonra kendi konusundaki gelişmeleri, yayınları takip ediyor mu? Yoksa artık bilgi edinmeye ihtiyaç hissetmiyor mu? Diplomayı alınca hemen allâme mi olduğunu sanıyor. Değerli şairimiz, mütefekkirimiz Mehmet Akif Ersoy yüz yıl evvelinden "Dünya koşuyorken yolun üstünde yatılmaz" diye uyarmıştı. "Çiğnenirsiniz" diyordu. Öylesine çiğnenirsiniz ki bir daha ayağa kalkabilmeniz, ancak "surra üfürüldüğünde " mümkün olabilir diyordu. Daha nasıl ikaz edilmemiz lâzım?
* Bizler kendi mesleğimizin dışında bilim dünyasındaki gelişmelere de ilgi duyuyor muyuz? Yoksa çok cahil ve az akıllıların yaşadıkları gibi mi yaşıyoruz ve bilimsel hayat ise bizleri hiç ilgilendirmiyor mu?
* En önemlisi Dünya hayatımızdaki geçimliğimiz olan mesleklerimizin beraberinde, gideceğimiz sonsuzluk yurdu için sermaye biriktiriyor muyuz? Biriktirmiyor muyuz? Eğer ahiret yurdumuza geçer akçe birşeyler götüremezsek bilelim ki orada hiç kimse bize bir kuruşluk yardım etmez. Herkes tanıdıklarından, hatta eşinden evladından, ana babasından bile kaçar. Sadaka bile vermezler. O derecede sefil hâle düşmek, bu dünyada varlık ve azamet içinde yaşıyan insanoğluna ne kadar acı verir. Farkında mıyız? O halimize nasıl tahammül edebileceğimizi düşündük mü, yoksa pekte önemsemiyor muyuz?

Ve Soralım: Allah c.c. Insanları yâni bizleri niçin yarattı ve bizlerden neleri niçin istiyor? Cennet - cehennem ve Allah c.c. nin emirleri hakkında neler düşünüyoruz. Bu konunun ciddiyetinin boyutunu iyice kavrayabildik mi? Sonumuzu düşünebiliyor muyuz? Yoksa Konfiçyüs'ün dediği gibi düşünmeden öğrendiğimizi sanmak gafletine mi düşüyoruz?

Ve yine soralım: Pozitif ilim ile din karşıt mıdır? Yahut şöyle diyelim; din bilimi reddeder mi?
Değerli arkadaşlarımız; çok iyi bilelim ki Allah c.c.nin yaratmadığı hiçbir bilgiye insanoğlu kıyamete kadar asla ulaşamayacaktır. Allah c.c.her türlü yaratmayı hakkiyle bilendir. Ve Onun ilmi her şeyi kaplar. Bu günün akıllara durgunluk veren teknolojik gelişmeleri, hâlâ daha en küçük bir hücrenin, DNA larının sırlarını çözmek için uğraşıyor. Rabbil âlemin, kâinatın sırları çözülmeden kıyamet kopmayacak diyor. Yani, çözümüne müsaade ettiği, o sırları insan beyninin çözebilecek kapasitede olduğunu bizlere söylüyor. Şimdi soralım; beynimiz denen o muazzam cihazı kullanıyor muyuz, yoksa boynumuzun üzerinde bir ağırlık olarak mı taşıyoruz? O beyni bize veren, "neden kullanmadın" diye sorup azarladığında vereceğimiz cevap ne olacaktır.

Allah c.c."hiç kimseye götürebileceğinden fazla yük yüklemediğini" söylüyor. Bu günkü sözlerimiz daha çok lise ve lise üstü eğitimi olan kardeşlerimizedir. Konumunuzun sorumluluğunun bilincinde olmalısınız. Ömür en çok seksen veya yüz sene diyelim. Çok hızlı bitmektedir. Takvimlerimizden neden her gün bir yaprağı koparıp atıyoruz. Çünkü o yaprağın da ömrü bir günde bitmiştir. Rabbil âlemin "bilinmekliğimizi istedim ve insanı yarattım" demektedir. Siz yaradanınızı bilmek için hangi çalışmalarınızı yapmaktasınız? Bilmenizin yolu «akıl – fikir – zikir – şükür» basamaklarından gereklerini yaparak bir üst kata devamlı çıkmakladır. Yetmiş bin katın şu anda kaçıncı katında olduğunuzu sanıyor sunuz? Ve sizce yeterli mi?

Değerli kardeşlerimiz; Türkiye bilimsel ve teknik araştırmalar kurumu yani tübitak'ın çıkardığı BİLİM VE TEKNİK dergisinin nisan 2008 sayısında Fizik devrimin eşiğinde diye bir başlık atılmış. Ve maddenin yapısı hakkında devrim sayılabilecek bilgilere ulaştıklarını bu bilgiler ışığında fiziğin yeniden yapılandırılacağını yazmaktadır. Atomun, protonun, nötronun, elektronun yapılarını ve kuantum parçacıklarının yapılarını ve o zerreciklerden birinin içinde 173 milyar elektron volt kütlesi olduğu vesaire anlatılmaktadır. Bu zerreciklerin ışık zerrecikleri olduğunu anlatmaktalar. Bu muazzam buluşu gördünüz mü? Binbeşyüz sene evvel kur'an-ı kerîmde anlatılan olayı keşfetmişler. Sağ olsunlar, yüzlerce yıl daha anlayamayabilirlerdi?

Bu dergide anlatılanları anlamağa çalışmak, anlayabilecek kadar öğrenimli olanlarımız için çok önemli olsa gerek. İşte size bir kur'an mucizesi daha!... Ne diyor Rabbil âlemin " biz evvelâ ışığı (Nur-u Muhammediyi) ve o ışıktan da güç ve kudretimizle (enerjimizle) tüm maddeleri ve âlemleri yarattık" İşte bu konunun genişçe incelendiği dünyanın sayılı bir bilim dergisinden sizlere bahsettik. Lütfen bilim ve teknik nisan 2008 sayısını okuyunuz, camilerimize getiremediğiniz eğitimli evlâtlarınıza ve eğitimli arkadaşlarınıza anlatınız. Belki onların iman etme konusundaki tereddütlerine bir çare sunmuş olmanın sevabını, yâni ahiret için geçer akçe ücretini almış olursunuz.
Esselâmu aleykum sevgili kardeşlerim.
23/04/2008 Erdinç Babacan

Selâm (kelimesinin lügat anlamı) = Ayıplardan, afetten sâlim oluş. Selâmet, emniyet. Sulh. Asâyiş. Bütün korktuklarından emin olma. (Abdullah Yeğin, Yeni lügat Shf.618)

Esselâmu aleyküm veya Selâmun aleyküm = "Allah size her türlü selâmet versin. Allahın bütün nimetleri üzerinize olsun" anlamında büyük bir duamızdır.

 

13 - << Kur'an-ı en iyi tanıtacak fikre bir kilo altın!
05/09/2007 günü bir gazetede bu yazıyı görünce çok, amma çok sevindim. Klasik sistemimizle İslâmiyeti ve Kur'an-ı anlatamadığımız, veya etkisiz olduğumuz çok açıkça belli. Sistemin içindekilerin çoğunluğu ise uyarılara karşı duyarsız olmayı ve cepheleşmeyi seçiyorlar. Sevinmemin sebebi, bu konuda önemli eksikliklerin olduğunu birilerinin farkedebilmiş olmalarıdır.
Yarışmaya katılmak isteyenler, fikirlerini "info@ahlulquran.net" adresine gönderebilirlermiş. Daha geniş bilgi almak isteyenler Ehlu'l Kur'an Cemiyeti'nin resmi sitesi olan "http://www.ahlulquran.com" a başvurabilirlermiş. >>

«Açılmış olan bu yarışmanın maddi ödüllü kısmı belki geçmişte kalmış olabilir. Ancak konu galiba çok uzun yıllar gündemde kalacak.»

Sitemi ziyaret edip, buralara kadar okuyan ziyaretçilerime teşekkürlerimi sunarım. Şayet vaktinizi boşa harcattımsa hakkınızı helâl etmenizi rica ediyorum. E. B.

 

ANA SAYFA